






Adıgeler yeryüzünün ilginç ve güzel bir köşesinde yaşama mutluluğuna kavuştular. Ama ulusun yaptığı uzun tarihsel yolculuk sırasında büyük engellerle karşılaşıldı, ulusal yaşam kesintilere uğradı.
Adıgeler tarihleri boyunca hiçbir ulusa saldırmadılar, ama sürekli saldırılara uğradılar. Sözün kısası halkımız ve ülkemiz, tarihi boyunca huzur yüzü görmedi. Bu da yeryüzündeki konumundan ileri geliyordu: Batıdan, doğudan, kuzeyden ve güneyden gelen yollar burada bir araya geliyor, tüccarların ve yağmacı orduların yolları Adıgey’de kesişiyordu. Kervanların yolları da buradan geçiyordu. Bu yollardan biri de dünyaca bilinen “İpek Yolu” idi. Bu yol Adıgelerin ülkesinin birçok yerinden geçiyordu.
Büyük annem XIX. yüzyılda Neşukuaye köyünde doğdu. Büyük annem ilk kez develeri gördüğünde çok korktuğunu anlatmıştı. Çocukluğunda birbirine bağlı ve sırtlarında yükleri ile develerin köylerinin yakınından geçtiğini görmüştü. “İpek Yolu”nun birçok yan kolunun bulunduğu birçok belgede yazılı. Ben de Anapa ile Derbent arasında işlek bir yol bulunduğunu anlatan bir belgeden söz edeceğim. Abhaz tarihçi, etnograf ve yazar V. P. Paçulia’nın “Anacopia'nın düşüşü. Kafkasya Karadeniz Kıyı Boyu Efsaneleri” (Падение Анакопии. Легенды Кавказского Причерноморья) adlı kitabında “Gizemli İki Siyah Mum” başlıklı bir bölüm var. O bölümdeki öyküyü aktarmak istiyorum: Eskiden Anapa’da yaşlı ve bilge bir adam yaşıyordu. Yalnızdı, yetim bir çocuğu evlatlık aldı. Çocuk zeki ve akıllı biri çıktı. İhtiyar ona çok şey öğretti. Yılları yıllar izledi, sonunda çocuk büyüdü ve delikanlı oldu. İhtiyar ise iyice çökmüştü.
Günün birinde yaşlı adam çocuğu karşısına oturtup şöyle dedi: “Sana herhangi bir mal ve mülk bırakamıyorum, çünkü hiçbir mal ve mülküm yok, sana mülk olarak bıraktığım bilimdir. Ona ek olarak bu küçük sandığı da bırakıyorum. Sandığı sakın yitirme, günü geldiğinde işine yarayacaktır…”
İhtiyar bir süre sonra dünyasını değiştirdi, çocuk günlerce göz yaşı döktü, ağladı, ama zaman her şeyin ilacıdır her şeyi unutturur derler.
Çocuk günün birinde küçük sandıkta ne olduğunu merak etti. Açtığında iki siyah mum dışında bir şey bulunmadığını gördü. Birinin çoğu yanmış, diğeri sağlamdı. “Bu mumları ne yapayım ki? Beni büyüten kişi adına yakayım” diyerek çoğu tükenmiş mumu yaktı. Karşısında bir cin belirdi.
- Sandığı niye açtın, ne istiyorsun? – diye sordu cin.
- Beni büyüten atalığımı görmek istiyorum, - diye yanıt verdi çocuk.
- Benim öbür dünyaya gitme iznim yok, ama mumu yakıp başka bir dilekte bulunursan yerine getirebilirim. Ama dileklerinde dikkatli ol. İki mumun var. Biri erimek üzere, birazdan tükenecek. Bu nedenle neler istediğini biraz düşün, - deyip cin kayboldu.
Delikanlı çoğu yanmış mumu söndürdü ve neleri isteyebileceğini uzun uzadıya düşündü.
Kafkasya’nın en güzel kızına aklı takıldı ve onu yanına getirmesini cinden istedi. O sıralar Derbent Hanı Aksak Temir’in güzelliği dillere destan biricik bir kızı vardı. Delikanlı cinin o kızı kendisine getirmesini istemeye karar verdi. Mumu yaktı ve dileğini söyledi.
Her gece kızı yanına getirtmeye başladı, kız bunu bir rüya imiş sanıyordu. Kız sonunda bu başına geleni anne ve babasına söyledi.
Aksak Temir çok kızdı, kızın oda kapısına muhafızlar dikti. Yararı olmadı: Kız her gece kayboluyor, sabahleyin yatağında uyanıyordu.
Çıkış yollarını düşündüler, annesinin bileziğini koluna takmayı, onu, geceleri götürüldüğü evde bırakmayı kararlaştırdı.
Bunun da yararı olmadı: Taktığı takıların hepsi kendi evinde kalıyordu.
- Seni kaçırtan kişiyi görsen tanıyabilir misin? – diye sordu babası.
- Tanırım tabii. Ayrıca her gece deniz dalgalarının seslerini duyuyordum. Delikanlı deniz kıyısında bir yerde yaşıyor olmalı, - dedi kız.
Aksak Temir büyük bir ordu hazırladı, Kafkasya’nın altını üstüne getirdi, ama genci bulamadı. Sonunda Anapa’ya geldiler. Aksak Temir kent halkının kent meydanında toplanmasını emretti.
Kentte delikanlı dışında meydana gelmeyen kimse kalmadı. Ne yapacağını bilemeden düşünüp otururken aklına mumlar geldi. Sandığı açtığında ödü koptu: Mumun bir yoktu, bitmişti, diğerinin de çok azı kalmıştı. Mumlardan umduğu yararı elde edememiş, her şeyi kız için harcamıştı.
Yine de son parçayı yaktı, cin hemen karşısına çıktı:
- Evimi eşya ile çok güzel donat, cins bir atı kapımın önüne eğerleyip bağla, anne ve babasına verilecek güzel elbiseler, düğün için gelinlik ve diğer hediyeler hazırlansın, - dedi delikanlı.
- Çabuk, -dedi cin. – mum bitmek üzere.
- Her dediğimi hemen yerine getir, - dedi ve mumu söndürdü…
Kaledeki tüm erkekler kızın karşısına dikildi, ama aralarında aradığı delikanlı yoktu.
- Kenti tarayın, ev ev arayın, - dedi Aksak Temir.
Arama sonunda, eski püsküler içinde hırpani bir genci eski bir küçük evin önünde otururken buldular ve hanın karşısına getirdiler.
Görür görmez kız genci tanıdı ve cezalandırılmamasını babasından istedi.
- Sevecek biri olarak bu zavallıyı mı buldun?! – diye bağırdı Aksak Temir. – Asın! – diye buyurdu askerlerine.
Bunun üzerine delikanlı dile geldi:
- Aksak Timur, ben senin sandığın gibi baldırı çıplak biri değilim. Beni büyüten ve eğiten kişi akıllı ve bilge bir adamdı, onun bana bıraktığı bilgi ve mülk az değil. Kızını çok seviyorum. İzin verirsen gerçek kimliğimle karşına çıkmak isterim.
Delikanlı giyinip kuşandı, soylu atına binip hanın karşısına çıktı, malını mülkünü, hazırladığı hediyelikleri gösterdi. Aksak Temir şaşırdı, ne diyeceğine bilemeden donup kaldı. Yine, düşündü ve son bir şart koştu: “Anapa’dan Derbent’e kadar bir kanal açtırır, atlarıma temiz su içirerek Derbent’e dönmemi sağlarsan kızımı sana veririm. Çocuğun bunu yapamayacağını düşünmüştü. Sadece dip ucu kalmış yanık mumu yaktı, karşısına çıkan cine buyurdu: “Aksak Temir’in ne dediğini duydun mu? Yerine getir!”. Aynı anda mum da eriyip söndü.
Cin delikanlının son isteğini de yerine getirdi.
Gençler için eşine az rastlanır bir düğün yapıldı, ardından Aksak Temir düğünü kendi ülkesinde de sürdürmek üzere ordusunu harekete geçirdi, atlar açılan kanaldan temiz su içerek Derbent'e ulaştılar”.
Nahıjların (ak sakallıların) anlattıklarına göre söz konusu kanalın izleri halen görülebiliyor. Derbent’e uzanan bu yola “Deve Yolu” (Махълъэ гъогу) deniyordu.
Buna ilişkin bir örnek. Ĥotko Samir’in (*) “Adıge Geçmişinin Görüntüleri” (Лики адыгского прошлого) başlığıyla “Adıge mak” gazetesinde yayımladığı yazılarında da var: “15. yüzyılın 70'li yıllarında Ambrogio Contarini'nin seyahati sırasında Çerkesya'nın doğu sınırları muhtemelen Dağıstan'a kadar ulaşmıştı. Şöyle yazdı: “Burada (Derbent'ten) Çerkesya'ya kadar uzanan derin bir vadi var.” (Восточные пределы Черкесии во время путешествия Амброджо Контарини в 70-х годах XV-го века, вероятно, достигали Дагестана. Он писал: «Здесь (в Дербенте) есть глубокая долина, которая тянется до Черкесии).
Yine bir örnek. Yazar ve toplum insanı Ahmetıko Kazbek’i Adıgey’de bilen kişi sayısı çok azdır. Bu gence ilişkin anı (хъишъэ) sayısı az değildir. Yaşam öyküsü ancak büyük bir makale konusu olabilir. Türkiye’ye göç eden Ahmetıko ailesinin çocuğu olarak 1861 yılında doğdu. On yaşında iken bir general olan babası Bulgaristan’da öldürüldü, annesi ve kız kardeşi de öldü, yetim bir çocuk olarak Kafkasya’ya döndü ve başından çok şey geçti. Erken yaşta yazmaya başladı, ülke sorunlarıyla da ilgilendi, değişik dergiler yayımladığı görüldü. Bugün ben size Kakasya’daki Adıgeler ve diğer halklarla ilgili olarak yazdığı yazılardan bazı alıntılar sunmak istiyorum:
“...Derbent'ten Anapa'ya bir yol var, dünyanın her yerinde böyle bir yol düşünülemez bile.” “Ünü Derbent’ten Anapa’ya kadar duyuldu.” Bu sözler Anapa ile Derbent’i birbirine bağlayan bir yol bulunduğunu kanıtlıyor. Adı "İpek Yolu"dur (…Такой не будет во всем мире от Дербента до Анапы». «Слава о нем гремела от Дербента до Анапы». Мыхэми къаушыхьаты Анапэрэ Дербентрэ зэрипхыхэу гъогу зэриIагъэр. Ар «Шелковый путь»).
Tarihimizi, öykülerimizi derleyelim ve koruyalım. Kimse kendisine ait olan bir değeri bize bağışlamaz, bize ait olana önce kendimiz değer verelim.
Havdeko Sar, Maykop kenti.
(*) - Ĥotko Samir, Adıge tarihçi - hcy
Çeviri: Hapi Cevdet Yıldız
Cherkessia.net, 27 Eylül 2023

