

Siyaset kelimesi çoğu insanda olumsuz çağrışımlara neden olur. Siyasetten kaçınmak, siyaseti boş ve faydasız tartışmadan ibaret saymak, siyasal sorunlar hakkında konuşanları kınamak sıkça karşılaştığımız bir durumdur.
Evet siyasal aktörlerin bazen kirli denilebilecek hesapları yüzünden yalana, iftiraya, çarpıtmaya başvurduklarına, siyasete girenlerin kısa süre sonra yolsuzlukla anılmaya başlandığına, siyasetin bazen tıkanıp çözüm üretmede yetersiz kaldığına zaman zaman tanıklık etmişliğimiz de vardır. Yine de tüm bu olumsuzluklara rağmen siyasetten kaçamayacağımız ve siyasal mücadele dışında herhangi bir pratik ile sorunlarımıza çözüm bulamayacağımız gerçeğiyle acı bir şekilde yüzleşmek zorundayız. “Acı bir şekilde” diyorum çünkü siyasetin önemini ve haddinden fazla olacak şekilde ihmal ettiğimizi yeni yeni kavrıyoruz. Sevelim sevmeyelim, isteyelim istemeyelim siyasete girmek, siyasal aktörlerle dialog kurmak ve siyasal alanda güçlü bir varlık göstermek zorundayız. Tabii ki siyasal sorunlarımıza gerçek anlamda çözüm bulunmasını ve demokratik haklarımızın tanınmasını istiyorsak.
Ancak siyaset yapmak, aklına geleni olduğu gibi söylemek, bağırmak, çığırtkanlık yapmak, zamansız, tutarsız, ölçüsüz şekilde ileri atılmak demek değildir. Siyaset yapmak; amaçlı, programlı, özgüvenli ve kararlı bir biçimde hareket etmeyi zorunlu kılar. Sabırla ve soğukkanlılıkla. Dolayısıyla bütünü-parçayı ayrı ayrı ele alabilenler, şovu-davayı birbirine karıştırmayanlar, doğrunun içindeki yanlışı, yanlışın içindeki doğruyu görme ferasetine sahip olabilenler bu yolda mesafe kat edebilirler.
Türkiye’de Çerkeslerin siyasal alanda varlık göstermesi konusu uzunca tartışılmaya değer bir konudur. Bilindiği gibi Çerkes olduğunu ifade etmekten kaçınan, bunu bir utanç nedeniymiş gibi saklamak zorunda hisseden çok sayıda Çerkes bulunmaktadır. Bu durumun nedeni olarak; kendi köklerinden rahatsızlık duydukları için değil de mevcut siyasal koşulların kendilerine önemli zorluklar ve engellemeler oluşturacağı düşüncesinin daha hakim olduğunu düşünürüm. Bu tür bir refleks ile kendi siyasal amaçlarını belirlemekten ve kendi siyasal varlığını göstermekten uzun yıllar boyunca kaçındı Çerkesler. Çok farklı siyasal oluşumlarda (parti, sendika, birlik vs.) en ön saflarda yer alırlarken kendi milletinin siyasal sorunları üzerine söz söylemek zorunda hissetmediler. Çok mecbur kaldıklarında topa girip “evet ben de Çerkesim” demek zorunda kaldıkları da olmuştur ama sadece bu kadar.
İsterlerse devletin en üst makamlarına yükselsinler, isterlerse farklı siyasal partilerde en aklı başında söylemlerle kitleler üzerinde etki oluştursunlar, isterlerse bulundukları siyasal partilerin stratejilerine ve programlarına yön versinler bir gerçeği asla inkar edemezler. O da tüm bu gayretlerine rağmen kendi milletlerinin siyasal sorunlarına bigane kaldıkları gerçeğidir.
Bizim sözünü ettiğimiz siyasal mücadele bir siyasi partiye angaje olup o partinin amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmak ve partinin programını uygulamak değildir. Ayrıca kültür derneklerini ziyaret eden siyasi kişileri ağırlayıp dernek binasının eksikliklerini bu kişiler aracılığıyla gidermeye çalışmak ya da çeşitli dernek etkinlikleri için yerel siyasetçilerin desteğini almaya çalışmaktan ibaret de değildir. Bundan tamamen farklı olarak sözünü ettiğim siyasal mücadele; Çerkeslerin kendi siyasal sorunları ile ilgili olarak mutlak çözümler üzerinde kafa yormak, kendi siyasal amaçlarını belirlemek ve kendi örgütlü siyasal yapılarını oluşturmaktır. Bunu yaparken de diğer tüm siyasi partilere ve siyasal fikirlere eşit mesafede durulmalı, her biri ile işbirliğine açık olmak ve hiçbiri ile düşmanlık noktasına gelmemeye özen gösterilmelidir.
Siyasal alanda çözüm bekleyen ve varlığımızı tehdit eden sorunları yalnızca siyasal mücadele ile çözüme kavuşturabiliriz. Anadil eğitimi, anadilde yayın, siyasal ve demokratik hakların ile anadilin, anayasal güvence altına alınması, tarih ve kültür araştırmaları için devlet desteği, yurtdışında yaşayan Çerkesler ile dialoğun ve ilişkilerin geliştirilmesi ve sürdürülmesi amacıyla devletin vize, oturum, çalışma izni gibi konularda vatandaş olmayan Çerkeslere kolaylık sağlaması gibi siyasal sorunlarımızın çözümünde devletin desteğini istemek bizim hakkımızdır. Ancak sözünü ettiğimiz bu gelişmeleri başka siyasi partilerin neferi haline gelerek ve kendi kimliğimizi açıklamaktan kaçınarak gerçekleştirmemiz mümkün değildir. Süleyman Demirel’in bir sözünü hatırlatmak gerekir: “Siyaset, iddiası ve inancı olan kişilerin işidir”. Yani ürkek şekilde davranıp, başkası gibi görünüp, kendini unutup Çerkes siyasetine katkı sağlamak çok da olası değildir.
‘Benim bir oyumla ne olacak?’
Bir de meselenin seçmen tarafı var. Oylarının ziyan olacağından veya boşa gideceğinden endişelendikleri için kendilerine en doğru görünen siyasal partiye oy vermeyi tercih edenler. Ya da oy vermeye değer uygun bir aday ya da parti olmadığını düşünerek sandığa gitmeyi reddedenler. Özellikle Çerkeslerin siyasal-kültürel çeşitli sorunları ile ilgili gibi görünen bu kişilerle meseleyi tartışmak ve bir oylarının ne kadar kıymetli olduğunu kendilerine yaşanmış bir olay üzerinden anlatmak gerekir.
Çoğulcu Demokrasi Partisi 2019 yılındaki belediye seçimleri için İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na bağımsız aday olan Sn. Doğan Duman’ı destekleme kararı almıştır. Bu seçim, ortaya çıkardığı sonuçlar bakımından adeta yüzümüze sarsıcı bir tokat atıyor ve siyasetin nasıl yapılması, nasıl bir tavır takınılması gerektiğini güzelce izah ediyor ama gerçekten anlamak isteyene.
Resmi sonuçlara göre 2019 yılında mart ayında yapılan belediye başkanlığı seçiminde İstanbul’da Sn. Ekrem İmamoğlu 4 milyon 169 bin 765 oy aldı. Sn. Binali Yıldırım ise 4 Milyon 156 bin 36 oy aldı. İlk bakışta iki aday, oyların büyük bir kısmını almışken diğer adayların aldıkları oyların hiçbir önemi yokmuş gibi görülebilir. Toplamda 10 milyon 570 bin 939 seçmenin oy kullandığı bir seçimde birkaç bin oy alan adaylar niçin önemli olabilir? Bu soruya verilecek bir cevap bulabiliyorsak siyasetin mutlaka kazanmak için ya da bir numara olmak için yapılmadığını, seçimlerde kazanamayacağı kesin olan adayların niçin aday olduklarını anlamaya da yaklaşacağız.
Bu seçimde Çoğulcu Demokrasi Partisi’nin desteklediği bağımsız aday Sn. Doğan Duman, Çerkeslerin yoğun bir nüfusa sahip olduğu İstanbul’dan sadece 2.023 oy aldı. Şayet Sn. Duman bu seçimden 100 bin oy almış olsaydı nasıl bir senaryodan söz etmek gerekirdi?
Yukarıdaki rakamları tekrar inceleyelim ve oy sayılarının ne kadar kritik bir durumda olduğuna dikkat etmeye çalışalım. Sn. İmamoğlu ile Sn. Yıldırım’ın oy farkı sadece 13.729. Toplamda 10 milyondan fazla seçmenin oy kullanabildiği seçimde başkanı belirleyecek oy sayısı 14 bin bile değildi. Dolayısıyla bu seçimde Çerkesler, diğer adayları desteklemek yerine kendi siyasal varlıklarını temsil edecek adayı desteklemeye karar verselerdi ve 100 bin gibi güçlü bir oy sayısına ulaşabilmiş olsalardı seçim sonuçlarına şu veya bu yönde etki etmiş olacaklardı.
Bilindiği gibi bu seçim çeşitli iddialarla iptal edildi ve Haziran 2019’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı için yeni bir seçim yapılması kararı alındı. Yukarıdaki senaryo üzerinden düşünmeye devam edersek, Sn. Doğan Duman’ın 100 bin oy aldığı bir durumda CHP’nin de AK Parti’nin de Sn. Doğan Duman’ı görmezden gelmesi mümkün olabilir miydi? Tabii ki hayır. Her iki parti de Sn. Doğan Duman ile anlaşmak ve onun aldığı oy desteğini kendi hanesine yazdırmak için çeşitli pazarlıklar yapmak isteyeceklerdi. Bu durumda Sn. Doğan Duman, seçmenleri adına faydalı gördüğü teklifleri sunabilecek ve yine seçmenleri adına çeşitli kazanımlar elde edebilecekti. Maalesef bu senaryo gerçekleşmedi. Hepimizin bildiği gibi İstanbul’da yüzbinlerce Çerkes yaşamaktadır ve bunların büyük kısmı kendi siyasal varlığını görünür kılmaya çalışan adayı değil farklı partilerin adaylarını desteklediler.
Bu olay tekrar tekrar düşünülmesi gereken ve önemli derslerin çıkarılmasını zorunlu kılan bir örnektir. Siyaset alanı küçük toplulukların bile büyük sonuçlara etki edebildiği bir alandır ve 2019 seçimleri bu gerçeği bizim yüzümüze tokat gibi çarpmıştır.
Kendimize soralım: “Biz siyasal olarak bir varlık göstermek istiyor muyuz?” Teoride çok fazla kişi buna evet diyecektir. Uygulamaya gelince ise çeşitli gerekçeleri ileri sürerek bu tür siyasal girişimlere destek olmaktan kaçınmaktadırlar. Açık bir ifade ile dansla, kültürle, anmalarla ve şenliklerle, düğünlerle ve derneklerle varmışız gibi görünmek istiyoruz ama mesele gerçek mücadele sahası olan siyasal alanda varlık göstermeye gelince diğer siyasal partilerin içinde erimeyi ve orada tümüyle yok sayılmayı tercih ediyoruz. Herkesin kullandığı oyu ile ilgili türlü türlü gerekçeleri olabilir. Bunları uzunca tartışmak gerekli de olabilir, faydasız bir çaba da. Ancak şu var ki kendisini unutanı, başka birisi hatırlamaz. Kendisini önemsemeyeni başka birisi önemsemez.
Her ideolojide, her toplumsal harekette ve her siyasal partide en ön saflarda yer alıp en ateşli mücadeleyi veren, hatta başkalarını örgütleyerek liderlik konumuna yükselebilen Çerkeslerin; iş kendi siyasal varlıklarını ve demokratik haklarını savunmaya geldiğinde sanki tüm hak ve iddialarından vazgeçmişçesine sessiz kalmaları, ne anlaşılabilir ne de kabul edilebilir bir tutumdur. Bu suskunluk, tarihsel sorumlulukla ve geleceğe karşı duyulan borçla çelişmektedir. Çerkeslerin kendi kimliklerini ve siyasal haklarını savunmaları, yalnızca bir tercih değil, varlıklarını sürdürmenin temel koşuludur.
Çerkesler, yüksek düzeyde eğitim görmüş akademisyenleri ve yazarları, uluslararası tecrübeye sahip profesyonelleri, ekonomik açıdan güçlü iş insanları, siyaseti ve stratejiyi kavrayabilecek kadar donanımlı siyasetçileri ve farklı dallarda önemli başarılara imza atan sanatçılarıyla her zaman dikkat çeken bir topluluktur. Her biri kendi alanında bir yıldız gibi parlayan bu insanlar, ne yazık ki farklı yörüngelerde ve çoğu zaman birbirinden kopuk bir şekilde varlık göstermektedir. Yıldızlar gibi dağınık bir halde varlık gösteren Çerkeslerin ışığının kendilerinden başka kimseye faydası da olamamaktadır. Oysa bu potansiyeli yüksek bireylerin ortak hedefler etrafında birleşip aynı yönde adım atmaları halinde, ortaya çıkacak güç öyle etkili olacaktır ki hiçbir siyasal kurum ya da otorite bunu görmezden gelemeyecektir.
Nihai olarak kendimize gerçekten ne istediğimizi sormamız ve bunu uzunca düşünmemiz gerekiyor. Makul ve mantıklı cevaplar bulduğumuzda yapılacak işlerin planlanması, örgütlenmesi ve başarıya ulaşması çok daha kolay olacaktır.
Bu öneri başka topluluklar için çok kolay olsa da .Çerkesler için dünyanın en zor işidir.
11 Ekim 2025 Cumartesi Saat 21:22Çerkes siyaseti üzerine yapılan tespitler önemli bir uyarı niteliğinde olsa da çözüm önerisi, “100 bin oy” senaryosuna sıkıştığından, sadece temenniler sunmakta ve sığ kalıyor ve ayrıca bir çözüm odaklı da değil.
Çünkü siyaset yalnızca seçim günü sandığa atılan oylarla değil, seçim öncesinde ve sonrasında yürütülen üst düzey girişimler, uzun vadeli kurumsal çalışmalar ve profesyonel stratejilerle inşa edilir.
Çerkeslerin bugünkü açmazı şudur: Dernek yada stk dan farkları olmayan ve profesyonel altyapıları olmadan ve deneyim sahibi olmayan kişiler ile, dernek kurarcasına parti kuruluyor…
İlk kalkan 5 kişi konsey kuruyor,
kitlelerin desteği olmadan ve alınmadan oturup parlamento kuruluyor.
Farklı partilerde ve çoğunlukla ana kimliklerini gizleyerek yer alıp bireysel başarılar gösteriyorlar, fakat bu başarılar kendi toplumsal varlıklarını korumaya ve geliştirmeye yaramıyor.
Yıldızlar bu nedenle var ama yörüngeleri ayrı. Işıkları çok, ama ortak bir aydınlık üretmiyorlar. Bu Amatörce ve benmerkezci çalışmaların bir sonucudur.
Bu noktada çözüm, yalnızca “küçük ama benim bahçem” mantığıyla 100 bin oy devşirmeye çalışmak değil; yüksek düzeyde örgütlenmiş, profesyonel bir siyasal önderlik kurmaktır. Bu önderlik olmadan birlikte yol almak ta zaten bir iyi niyet temennisi ve hayaldir.
Bunun için yapılması gerekenler ve somut çözüm önerileri:
1. Siyasal Strateji ve Lobi Merkezi Kurmak:
Diasporanın farklı ülkelerdeki deneyimlerini birleştiren, Ankara’da ve uluslararası alanda sürekli faaliyet gösteren profesyonel bir lobi merkezi. Bu merkez, Çerkes siyasetini günübirlik tepkilerden çıkarıp devlet düzeyinde muhataplık yaratır.
2. Profesyonel Önderlik Kadrosu:
Akademisyenlerden, hukukçulardan, siyaset bilimcilerden ve deneyimli iletişimcilerden oluşan bir siyaset konseyi. Bu yapı, oyların yönlendirilmesini değil; siyasal pazarlık gücünü kurumsallaştırmayı hedefler.
3. Uluslararası Girişimlerle Eşzamanlı Hareket:
Türkiye’deki Çerkes siyaseti, Avrupa’daki diaspora merkezleri ile koordineli çalışmalı. Avrupa Birliği, İsviçre, Almanya gibi ülkelerdeki diaspora deneyimleri Türkiye’deki siyasete diplomatik destek sağlar.
4. Somut Hedefler ve Yol Haritası:
• Anadil eğitimi ve anayasal güvence,
• Kültürel ve tarihsel araştırmalara devlet desteği,
• Yurtdışıyla ilişkiler için kolaylaştırıcı düzenlemeler.
Bu hedefler “temenniler” değil, profesyonel müzakerelerin ana gündemi olmalı.
Özetle:
Çerkes siyaseti ne salt oy aritmetiğine, ne de amatör dernek politikalarına sığdırılabilir. Çözüm, üst düzey girişimler, profesyonel önderlik ve kurumsallaşmış siyasal örgütlenmedir.
Ancak bu şekilde 100 bin oy bir anlam kazanır ve ancak bu şekilde Çerkesler kendi geleceğini belirleyecek güce kavuşur.
Mustafa kardeş doğru bir analiz yapmış.
Teşekkürler.
