






Dr. Orhan Barsiq, Birleşik Çerkesya Konseyi başkan yardımcısı, Gürcistan.
Litvanca yayın yapan Atodangos.com' da yayınlanan yazının Türkçe çevirisi.
Özgürlükleri için verdikleri şanlı mücadele ile bize ilham veren saygıdeğer Litvanya halkını selamlıyorum. Litvanya halkının özgürlüklerine olan bağlılıkları kadar, demokrasiye ve insan haklarına duydukları saygı, bize Çerkesya davasına destek aramak için doğru adresin Litvanya olduğunu açıkça göstermektedir.
Birleşik Çerkesya Konseyi olarak, Çerkes Soykırımı’nın uluslararası alanda tanınmasını sağlamak için başlattığımız girişimlerin devamı olarak 2–10 Ağustos tarihleri arasında Litvanya’ya bir gezi düzenledik. Konsey Başkanımız Sayın Kasey Kik’in geçtiğimiz yıl kurmuş olduğu temaslar sayesinde bir süredir Litvanyalı siyasetçiler ile görüşmelerimizi sürdürüyorduk.
Bu yıl, Fatima Kardan, Dr. Mustafa Canbek, Rustam Khuazev ve Dr. Orhan Barsik’ten oluşan heyetle, ilişkileri geliştirmek ve Çerkes Soykırımı’nın uluslararası toplumun gündemine taşınması konusunda iş birliği yapabilmek umuduyla Litvanya’ya düzenlediğimiz gezide çok sayıda siyasetçi, akademisyen ve bazı hükümet yetkilileri ile görüşmeler gerçekleştirdik.
Yaptığımız görüşmelerin detaylarına değinmeden önce Çerkesler ve Çerkes Soykırımı hakkında değerli okuyuculara kısaca bilgi vermek isterim.
Çerkesler (Adigeler), bilinen tarihleri ile altı bin yıldan daha uzun süredir Kuzeybatı Kafkasya’da, Karadeniz ve Azak Denizi kıyılarında yaşamış; kendi dili, kültürü ve tarihi ile insanlık ailesinin bir üyesidir. Tarihin farklı dönemlerinde kendi krallıklarını (Meot, Zikh, Kasog) ya da prensliklerini kurmuş olsalar da bugünkü anladığımız düzeyde bir devlet yapısına sahip olamadıkları söylenir.
Yine de Çerkesler arasında asayişi ve düzeni sağlayan oldukça etkili bir sosyal sistem bulunuyordu. Bunun yanında Kafkasya’nın önemli bir geçiş noktası olması nedeniyle yurtlarını dış etkilere karşı korumak için sürekli mücadele etmek zorundaydılar. Hun ve Moğol akınları gibi çok sayıda kavmin saldırılarına karşı anayurtları Çerkesya’yı asırlarca savundular.
Son olarak Rusların emperyal amaçla başlattığı saldırılara karşı Çerkesya’yı korumak zorunda kaldılar. 18. yüzyıl başlarından itibaren aralıklarla saldıran Ruslar, 1763 yılında Çerkesya’nın Mezdeug bölgesine inşa ettikleri kale ile kalıcı şekilde Çerkesya’yı ele geçirmeye çalıştıklarını gösterdi.
Bu tarihten itibaren aralıksız şekilde yüz bir yıl boyunca vatanlarını ve özgürlüklerini savunan Çerkesler, Ruslara ağır kayıplar verdirdiler. Sibirya ve doğu yönünde çok geniş bölgeleri sadece birkaç yılda işgal etmeyi başaran Ruslar, Çerkesya gibi oldukça küçük bir bölgeyi işgal edebilmek için yüz yıldan uzun süre harcamak zorunda kaldı.
Bu da Çerkeslerin özgürlükleri için ne kadar büyük mücadeleler verdiğinin bir göstergesidir. Rusların kurdukları kaleler defalarca Çerkesler tarafından ele geçirilerek yıkıldı, askeri kuvvetleri yok edildi; ancak her defasında daha güçlü şekilde Çerkesya’ya saldırılarına devam ettiler.
İşgal süresince Ruslar, kadın, çocuk, sivil ayrımı gözetmeksizin insanları katlettiler; evleri ve yerleşim yerlerini yok ettiler, ekinleri ve ormanları tahrip ettiler. Çerkes halkı, aynı zamanda Rusların sistematik şekilde uyguladığı açlık ve hastalıkla baş etmek zorunda kaldı. Ruslar, Çerkesler’e veba bulaştırarak biyolojik saldırıda dahi bulundular. Tüm bu işgal süresince hayatlarını kaybedenlerin sayısının milyonlara ulaştığı tahmin edilmektedir. Bunun yanında sağ kurtulabilen çok sayıda Çerkes çocuğu farklı ailelere ya da yetimhanelere gönderilerek Ruslaştırıldı.
1860’larda Çerkesler, siyasi birliklerini oluşturup İngiltere, Fransa ve Osmanlı gibi devletlere yardım çağrısında bulundu. O dönem işgal altında bulunan Polonya’nın muhalif aydınları, askerleri ve aristokratları Avrupa’da bulunuyordu ve onlarla temas ettiler.
Bir grup asker ve çeşitli silahlar, özgürlük mücadelesine destek vermek için Çerkesya’ya taşındı. Ancak Rusya’nın emperyal hırsları karşısında diplomatik girişimler de askeri yardımlar da yeterli olmadı. 1864 yılına gelindiğinde Çerkesler, ellerindeki son kuvvetler ile Kbaada Vadisi’nde (Soçi) ölüme yürüdüler. Sadece o gün 20.000 Çerkes savaşçı hayatını kaybetti.
Bundan sonra insanlar sistematik şekilde sürgüne gönderilmek üzere evlerinden, köylerinden çıkarılarak sahillere nakledildiler. Uzun süre boyunca kendilerini Osmanlı topraklarına götürecek tekneler beklerken açlıktan ve hastalıktan hayatlarını kaybettiler. Karadeniz’in karşı yakasına çıkanlar da hemen kurtulmuş sayılmazlardı. Limanlarda, bekleme alanlarında her gün yüzlerce kişi hayatını kaybetti.
Tüm bu trajedinin sonunda 1–1,5 milyon kişi hayatını kaybetmiş ve Çerkesya’daki Çerkes nüfus varlığı yüzde 90 oranında azalmıştır. Bugün Çerkesler, Türkiye, Suriye, Ürdün, Avrupa ve ABD başta olmak üzere çok sayıda ülkede dağınık halde yaşamaktadır.
Sürgünde geçen 161 yıla rağmen Çerkesler, vatanları Çerkesya’yı, kimliklerini, kültürlerini unutmadılar. Her türlü zorluğa rağmen Çerkes etnik kimliğini yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarabilmek için mücadeleye devam etmektedirler.
Litvanya’nın desteğini aramak amacıyla geçen yıl yaptığımız ziyarette çok sayıda siyasetçi ile görüşmüştük. Kendileriyle Çerkes halkının siyasal sorunları ve uluslararası alanda iş birliği imkânları hakkında konuştuk. Bu yıl da hem Çerkes halkını hem de bugünkü siyasi koşulları iyi bilen yetkililerle görüşme fırsatımız oldu. Özellikle Prof. Dr. Adas Jakubauskas ve siyaset bilimci, gazeteci Marius Kundrotas’ın özel çabaları ile sağlanan görüşmelerde hem iktidar hem muhalefet partilerinden milletvekilleri ile fikir alışverişinde bulunduk. Aynı zamanda bazı hükümet yetkilileri ile de görüştük.
Görüşmelerde; Çerkes Soykırımı’nın tarihi hakkında bilgi verdik, trajedinin boyutları ve Rusya’nın bu soykırımı sistematik bir şekilde uyguladığını detayları ile açıkladık. Adaletin tesis edilmesinde iş birliği yapmak ve yok olmanın eşiğine gelen Çerkes halkının varlığını korumak ve geliştirmek için destek istedik. Çerkes Soykırımı hakkında çok sayıda arşiv kaydının ve yayının olduğunu aktardık.
Bunlardan kısaca söz etmek gerekirse; Çerkeslerin yaşadığı trajediyi ilk defa “soykırım” olarak tanımlayan, İran asıllı Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Firuz Kazemzadeh’tir (1974). Ayrıca, uluslararası hukuka göre soykırım tanımında yer alan beş eylemin her birinin Ruslar tarafından Çerkeslere yönelik olarak sistematik şekilde uygulandığını, başka bir Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Walter Richmond’un Çerkes Soykırımı (2013) isimli kitabında ayrıntılı bir şekilde açıkladığına değindik.
Bunların yanında, Çerkes Soykırımı hakkında yazılı çok fazla belge bulunmaktadır. Rus askeri görevlilerinin raporlarının yanı sıra döneme tanıklık eden Potto, Fadaev, Berje, Venyukov, Tihomirof gibi Rus yazarların ve Çerkesya’da bulunmuş olan Longworth, Bell, Spencer, Fonvill, Lapinski gibi Avrupalı askeri görevlilerce yazılan kitaplar; ilgili ülkelerin gazete arşivleri, günümüz tarih araştırmacılarının kitapları, makaleleri ve lisansüstü tezleri de bulunmaktadır.
Sorun şu ki, Çerkes Soykırımı’na dair önemli bilgilerin sayısız resmi ve akademik dökümanda, arşiv belgelerinde ve kitaplarda yer alıyor olması adaletin tesis edilmesi için yeterli olamamaktadır. Çerkesler için adaletin tesis edilebilmesi için uluslararası toplumun ilgi ve desteğine ihtiyaç duyulmaktadır.
Çerkes meselesinin, Rusya’nın iç meselesi olarak görülemeyeceğini; tam aksine bunun uluslararası bir sorun olduğunu izah ettik. Çerkesler, anavatanları Çerkesya’ya dönüş hakkına sahip değiller. Anavatan’a yerleşmek için başvuru yapanlara çok fazla zorluk çıkarılmaktadır. Suriye’deki savaş nedeniyle Suriye’den ayrılmak zorunda kalan Çerkeslerin çok azı anavatanları Çerkesya’ya dönüş yapabildi.
O dönemde Çerkesya’daki STK’ların ve aydınların yaptıkları müracaatlar, Rus makamları tarafından kesin bir şekilde reddedildi. Ayrıca 2023 yılında Türkiye’de meydana gelen depremde çok sayıda Çerkes yerleşimi ağır hasar aldı. Yaklaşık 40 STK ve aydın tarafından, Rus makamlarına yapılan başvuruda, Çerkeslerin evlerinin yıkılması nedeniyle anavatanları Çerkesya’ya dönme hakkı tanınması talep edildi; ancak bu talep de Rus makamları tarafından çeşitli gerekçeler öne sürülerek reddedildi.
Savaş ve doğal afet gibi durumlarda dahi anavatanları Çerkesya’ya sığınmalarına Rus makamları izin vermemektedir. Bunların da ötesinde, 1995 yılında Çerkesya’ya dönüş yaparak Rus vatandaşlığı hakkı elde eden ve Çerkesya’da yaşayan bir Çerkes, geçtiğimiz Nisan ayında çeşitli bahaneler öne sürülerek Rus vatandaşlığından çıkarıldı.
Geçtiğimiz yıllarda da benzer durumlar yaşandı ve Rusya Federasyonu, vatandaşı olan bazı kişileri deport etti. Tüm birikimini Rus işgali altındaki Çerkesya’ya taşımak, orada yeni bir hayat inşa etmek isteyen bir Çerkes, 30 yıl geçtikten sonra bile vatandaşlıktan çıkarılabileceğini bilirse geri dönmeyi düşünebilir mi? Rusya, Çerkeslerin dönüşüne engel olmak için yasal ve yasadışı her yolu kullanmaktadır.
Bunun yanında, Rusya’nın 2022 yılında Ukrayna’yı işgal etmek amacıyla başlattığı savaşa katılmak istemeyen Çerkesler, farklı ülkelere gittiler. Bir süre sonra pasaportlarının kullanım süresinin dolması nedeniyle Rus temsilciliklerine, pasaport yenilemek için müracaat eden Çerkesler “hayır” cevabı aldı.
Rusya’dan ayrılmış olmaları ile birlikte her türlü vatandaşlık hakkından bir anda mahrum kaldılar ve bulundukları ülkelerden farklı yerlere gidemediler. Bunlar arasında sağlık amacıyla farklı ülkelere gitmek zorunda olanlar da vardı; ancak Rusya, bu kişilerin pasaportlarını yenilemeyi kabul etmedi.
Dolayısıyla yüzlerce Çerkes, farklı ülkelerle temas kurup ülkeye giriş izni almak zorunda kaldı. Çerkes meselesi, bir kez daha uluslararası bir sorun olarak karşımıza çıktı ve bu gerekçelerden ötürü Çerkeslerin “sürgündeki ulus (nation in exile)” gibi özel bir uluslararası statüye kavuşması gerekliliği tartışmaya açıldı.
Çerkesya’da yaşanan faili meçhul ya da şüpheli ölümler hakkında bilgi verdik. Putin’in iktidara geldiği günden bugüne Rusya’da çok sayıda iş insanı, gazeteci, politikacı, aktivist ve benzeri hayatını kaybetti. Çoğunluğunu muhaliflerin oluşturduğu bu kurban listesinde Çerkesya’da millî uyanışı örgütlemeye ve demokratik hakların savunuculuğunu yapmaya çalışan Çerkesler de bulunmaktadır. Cinayetlerin yanı sıra insan hakları örgütleri tarafından raporlanan çok sayıda işkence, hukuksuz gözaltılar, polis şiddeti vakaları hakkında bilgiler verdik. Çerkes akademisyenlerin ev ve ofislerine baskın düzenlenip materyallerine el konulması olayından söz ettik.
Geçtiğimiz 21 Mayıs’ta atalarının yasını anmak için bir araya gelen kalabalıktan 8 kişinin keyfi olarak gözaltına alınması olayı ile ilgili de bilgiler verdik. Ayrıca insanların “terör soruşturması” adı altında neyle suçlandıklarını bilmeden baskında öldürüldüklerini ya da cezaevine gönderildiklerini anlattık.
Dolayısıyla Çerkeslere yönelik olarak 19. yüzyılda gerçekleştirilen sistematik soykırımın bugün farklı biçimlerde devam ettirilmeye çalışıldığını, etkin bir şekilde Ruslaştırma politikalarının uygulandığını, insanların sürekli olarak baskı altında tutulduğunu ve özgürlükten ve demokratik haklarını savunmaktan söz eden herkesin hedef haline geldiğini açıkladık.
Birleşik Çerkesya Konseyi, Temmuz 2024’te Rus Yüksek Mahkemesi’nin kararına göre “ekstremist-terörist” örgütler listesine dahil edilmiştir. Buna karşın Konsey olarak kimseyi kaçırmadığımızı, kimseye işkence yapmadığımızı, kimseyi öldürmediğimizi ama tüm bu eylemlerin hukuksuz bir şekilde Rus FSB örgütü tarafından tekraren gerçekleştirildiğini anlattık. Dolayısıyla terör örgütü listesine alınması gereken örgüt FSB’dir dedik.
Özetle Rusya’nın bu çağda insan hakları konusunda hiçbir gelişme kaydedemediği, Orta Çağ’daki emperyal anlayışla yönetilmeye devam ettiği ortadadır.
Tüm bunların yanında Litvanya tarihi ile Çerkes tarihinin benzer özelliklere sahip olduğunu öğrendik. Örneğin Litvanya’nın işgalinden sonra kurulan örgütlerden biri olan "Orman Kardeşliği" örgütü bize 1864’ten sonra savaşmaya ve Çerkesya’yı savunmaya devam eden Hakuçları hatırlattı. Hakuçlar 1880’li yıllara kadar ormanlarda saklanarak gerilla tarzı saldırılarla yurt savunmasına devam etmişlerdir. Öyle ki Ruslar, Hakuçlardan kurtulabilmek için Çerkesya’nın binlerce yıllık ormanlarını yakmıştır. Ayrıca Hakuçları itibarsızlaştırmak için onlara “Uçan Orman Haydutları” gibi isimler de takmıştır. Yine Litvanya’da olduğu gibi Çerkesya’da Ruslar “size medeniyet getirdik, biz gelmeden önce siz vahşilerdiniz” diyerek kanlı işgallerini meşru bir zemine oturtmaya çalışmaktadırlar.
Litvanyalı siyasetçilerle paylaşılan bu bilgilerin yanı sıra Çerkes Soykırımı’nın mevcut siyasi durumu hakkında da bilgiler verdik. Ukrayna Parlamentosu Verkhovna Rada, 9 Ocak 2025’te Çerkes Soykırımı’nı tanıdı. Bu karar metni, Çerkes halkının bu zamana kadar siyasi ve demokratik haklarını resmî olarak tanıyan en güçlü siyasi metinlerden biridir.
2011 yılında da Gürcistan Parlamentosu, Çerkes Soykırımı’nı tanımıştı. Litvanya’daki girişimlerimizin yanı sıra farklı ülkelerle temaslarımızı sürdürüyoruz ve Çerkes Soykırımı’nın ulusal parlamentolarca tanınması için destek aramaya devam ediyoruz.
Çerkes Soykırımı’nın Litvanya Parlamentosu Seimas gündemine gelmesinden önce, kamuoyunun aydınlatılması ve Çerkes halkının yaşadığı tarihî trajedi hakkında kapsamlı biçimde bilgilendirilmesi son derece önemlidir. Bu süreçte Litvanyalı akademisyenlerin, araştırmacıların, uzmanların, gazetecilerin ve siyasetçilerin aktif rol üstlenmesi; soykırımın tarihsel gerçeklerinin ortaya konulması, bilimsel çalışmalarla belgelenmesi ve uluslararası platformlarda tartışılması açısından hayati değer taşımaktadır.
Böyle bir öncülük, sadece Çerkes halkının haklı mücadelesine destek olmakla kalmayacak, aynı zamanda insan hakları ve tarihî adalet alanında Litvanya’nın küresel vicdanın sesi olma konumunu da güçlendirecektir. Rus zulmünün ve vahşetinin ne olduğunu iyi bilen, özgürlüğe, demokrasiye ve insan haklarına sıkı sıkıya bağlı olan Litvanya halkının, Çerkes halkının yaşadığı trajediyi dünyaya anlatmaa ve insanlığın ortak hafızasına resmi şekilde kaydetme gayretimize destek olacağını ümit ediyoruz.
Cherkessia.net, 24 Ağustos 2025

