





Her tıhıdejin bir başı bir de sonu vardır elbette. Bizimkisini de sonlandıralım günümüz Nart Destanları ile.
Herkesin kendince kahramanları vardır elbet benimkiler gibi. Benim kahramanlarımdan biri Tlıbace Özcan.
Özcan şu an Abhazya’da yaşıyor, 16-17 yıl önce yerleşti ve oradan evlendi. Tha selamet versin iki tane cici mi cici kızları var. Ufağı 12 yaşında ve 3.000 metre koşuda Krasnodar Kray şampiyonu olan yavrumuz Abhazya bayrağını göndere çektirdi.
Bir diğeri Düzceli horozcu Neğuç Hikmet bir diğeri Tha rahmet eylesin Samsun’dan Ferit Berzeg. Bu üç ismi iyi kötü bilenler bilirler, yazımın konusu sessiz kahramanım ise Kayseri Büyükgümüşgün (Apşahable) köyünden Halis KETEN.
***
12 Eylül 1980’in ilk ayları. Gidenler gelmez, gelmeyenlerin sonu bilinmez kim nerede? Nasıl bir paket kimse bilmez öylesi bir ortam. Bekçiler, emniyet müdürü, askerler, genelkurmay başkanı sormaya kalksan bir soru, canlı canlı alınır canın ağzından dönemi.
Gölcük Donanma ve Sıkıyönetim Komutanlığı’na bağlı Gonca Askeri Tutukevi’ndeyiz.
Her gün hallaç pamuğu gibi atılmış, grup grup insanlar gelmekte yarı aygın yarı baygın. Denizci doktorlara göre hepsi turp gibi maşallah rapor tutanaklarında. Tha kimseyi denizcilerin eline düşürmesin. İyi ki Diyarbakır Cezaevi denizcilerin yönetiminde değilmiş. Olsaydı şimdilerde birkaç Apo birkaç PKK türemiş olurdu. Kabotaj bayramlarına rastlayan günde tayınımız yerine bizlere kemikleri reva gördüler.
Gonca’nın dört büyük koğuşu vardır (bizden önce asker yatakhanesiymiş) ilki henüz dolmuştu. Paketlendik ikincisine. Yine koğuş sakin, koğuşun büyük bölümü boş. Zaten konuşmak yasak her şey yasak. Demir parmaklıklı kapının ardında asker nöbetçiler var her şeye müdahiller düdükleri ile.
Asker, Japon, Zenci, Çinli ayırmak zordur bizler için. Hepsi biri birine benzer. Kapıda bir asker var nöbette sadece bana benzer. Kan çeker dedikleri bu olsa gerek. Hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım bir asker mıknatıs gibi kendine çekti beni. İşin kötüsü bunlara sadece ‘’tuvalete gidebilir miyim’’den başka kelam etmek, bilumum ayak altı ve sırt kaşıntınızın giderilmesine ve romatizmal tedaviniz için bulunmaz fırsattır. Sor sorabilirsen ‘’kimsin hemşerim?’’ sorusunu.
Bunca badire atlatmışım vız gelir tırıs gider dedim. Duvarın kapıya olan köşesinden sokuldum parmaklıklara. ”Asker, ben seni tanıyor gibiyim ama çıkaramadım, nerelisin ?`” Cevap çok sert ‘’Askerle konuşmak yasak bilmiyor musun, uzaklaş!’’
Bütün umutlar söndü. Ailemize haber uçuramıyoruz sağ olduğumuza dair. Bunu bilmeleri en doğal hakları. Bu hak bile gasp edilmiş durumda. Çok uzatmayalım, bu askerin her nöbetinde geçiyorum karşıdan süzüyorum. Kimdir, neyin nesidir zorluyorum beynimi.
Bu arada geçen süre zarfında içeride bizim eylemlerimiz, dışarıda aileler derken görüş açıldı. Haber gitti bizim ailemize de hepimiz rahatladık biraz olsun.
İlk görüş gününde rahmetli babam ve kız kardeşim geldiler. Yok öyle aile boyu muhabbet sadece bir kişi alınıyor görüşe. Kız kardeşim ufak olduğundan babamla alındı mecburen görüşe.
Görüş izni sadece beş dakika ve görüş esnasında her tutuklunun arkasında bir asker konuşmaları dinlemekle görevli. Herhangi bir yabancı dil kullanmak paralanmaya hem de ailesinin önünde başlayan nerede nasıl biteceği belli olmayan bir paralanmaya sebep.
General İsmail Berkok’un Tarihte Kafkasya kitabı evde bir zulada. Eğer bulunursa vay benim halime! Kırk katır mı kırk satır mı.? Davamıza bakan Gürcü kökenli hakim Mülazım Subaşıoğlu, hiçbir delil yokken kırk katır kırk satır yaptı. Bir de bulunsa bu kitap vay halimize durumu. Mahkemelerimiz devam etmekte, ellerinde doğru dürüst delil yok.
Güya bir punduna getirip babama kitabın yerini söyledim ve yakmasını istedim Adığece olarak. Bu esnada düdükler çaldı görüş bitti doğru dürüst iki kelam edemeden. Yılmaz Güney çömelmesi tarzı çömelik vaziyette yapıyoruz görüşlerimizi. Tam ayağa kalkacağım omzumu aşağı iten bir el ve sessizce “devam edin görüşmeye” Bakamadım geriye açık vermemek için. İkinci beş dakika görüşünü sanırım ilk ve tek ben yaptım o zamanlarda sırtıma abanan el sayesinde.
Vedalaştık babam ve kız kardeşimle. Koğuşa dönerken göz ucuyla baktım başımda bekleyen askere. Bu benim adamımdı, ilk günden kafayı taktığım, kanımın çektiği asker. Emin oldum bu askerin Adığe olduğuna. Duymuştu babamla aramızda geçen Adığece fiskosu, içim içime sığmıyordu. Gonca bir anda sanki evim, bağım, bahçemmiş hissine kapıldım. Kendime olan güvenim tavan yapmıştı. Askerin zarar görmemesi için uzak duruyordum onun nöbetlerinde kapıdan. Tuvalet iznini dahi ona denk getirmiyordum, uzaktan uzaktan bakıyordum kendisine. O benim güç kaynağımdı artık. İkimiz de biliyorduk bunu. Bu bize yeterdi.
Bu arada Tlıbace Özcan hiç boş durmuyor, tüm ilişkileri sonuna kadar zorluyordu dışarıda demeye kalmıyor Gonca’da görevli bir astsubay ayarlıyor. Bir sonraki görüşte hiç olmayacak şey oluyor Özcan benim ziyaretimde. Sıkıyönetim tarihi yazmaz böyle bir ziyareti. Birinci derece akrabalar görüşemezken biz zehese başladık.
Ben de Özcan’a meçhul askerden bahsettim. Tipinden, nöbet saatlerinden, bir güzel tanımladım bizim meçhul kahramanımızı. Aradan bir iki gün geçti. Bir gece, çok geç vakitte bir el beni dürttü. Uyandığımda bir asker sus işareti yapmakta ve işaret ile tuvalete gel demekte. Tanımıyorum askeri ama evimde gibi huzurlu olduğumdan sessiz sedasız kalktım, kapıya geldim, tuvalet izni istedim.
Tuvalete girdiğimde bizim meçhul asker karşımda ve elinde meşhur İzmit pişmaniyesi. Sarıldık birbirimize. Kayserili olduğunu Adığe olduğunu ve beni de öğrendiğini çok üzüldüğünü ama elinden bir şey gelemeyeceğini, kendisini anlamamı istemesi gibi. Sohbetteyiz ben de bir yandan pişmaniyeyi götürmekteyim. Peşi sıra cigara.
Bahsi konu günlerde üst üste iki ziyaret. Ana baba kardeş dışında ziyaret yetmiyor bir de öğün adına açlıktan geberirken pişmaniye yemek, Malboro içmek.
Kapak olsun bunlar, cuntacılara.
Halis KETEN daha sonraları bizleri öylesine kolladı öylesine yardımcı oldu ki anlatılır gibi değildir. Resmen kimliğini kişiliğini geleceğini riske etti bizler için. Bu süreç zarfında yaşadıklarımızda yardımları, ola ki yaşayacaklarımızı engellemesi, uyarıları konularının detayını kültürüm gereği paylaşamam çok rezaletler vardı. Asker 12 Eylülde bataklığa gömülmüştür, yaptıklarıyla.
Ordu mensuplarının şapkalarını önüne koyup çok ama çok özeleştiri yapması gereklidir. Bu ülkede hiç kimse hak etmedi cuntacıların bu zalimliklerini. O günleri de bu günler gibi teğet geçen teğetçiler ile cebeleşmedeler günümüzde.
***
Halis KETEN olmasaydı! Belki bugün yaşamıyor olabilirdim. Ondan aldığım enerji ve özgüven, amorti kalan bu günlerimin hunharca paylaşımına sebeptir.
Zaten amortiyim varlığımla, tadını çıkarıyorum. Biliyorum ki bir yerlerde Nart Halis KETEN’ler hala daha var.
Her fırsatta onları arıyorum.
***
Ben o günlerin gerçek Polat Alemdar’ları benzetmesini yakıştıramam NART larına. Nart’ların Kasımları hakkında yorum yapmayacağım..
Şu anda Abhazya’da ikamet eden Düzceli Tlıbace Özcan Acar, Düzce’den Neğuç Hikmet, Samsun’dan rahmetli Ferit Berzeg.
Birde, bu yazımda anlatacağım Kayseri Büyük Gümüşköy’ünden (Apşahable) Halis KETEN.
Bunlar benim NART efsanelerim değil, biri hariç yaşayan, gerçek NART’lardır.
Dedik ya 80 cuntasının en vesveseli günlerinde, ben Keç-ı Sulmen, Abrekoğlu Zihni ile paketim, Gölcük Askeri Gonca tutukevinde.
Saat yok, takvim yok, görüş yok, orada olduğumuza dair kimsenin bizden haberi yok. Kısacası ülkede kimsenin, kimseden haberi yok. İçeride biri birinize dahi hal hatır soramaz, sorarsanız vay halinize ek davaya neden olur sohbet, maazallah açılan üç beş yıllık dava, müebbete bağlayabilir. Ergenekoncuların atası üçkâğıda bağladı ülkeyi, durum sakat.
Normalde gelen öğün karnınızı doyurmaya yetmez iken, öğün arası koğuşa, işgencehanelerde paketlenmiş, hurdahaş edilmiş, onlarcası katılır her saat başı, paylaşırsınız size yetmediği halde, öğününüzü.
Tıhıdej değildir bu yaşananlar.
Bu coğrafyada yaşadıklarımdır Nart Halis ile.
Keç-ı m Yiuake
Nart Tlepş demiri döverek şekil verdi Nart’ların geleceğine. Nart Halisler, Özcanlar, Hikmetler, Feritler hayatı döverek şekil veriyorlar geleceğe.


Bir öğrencim vardı, ufocuydu, hayli kitap da yazmış ve adamlarına sattırmıştı. Bana birgün "Hitler, Musolini ve faşistleri", adını söylemişti unuttum, "kötülükleri nedeniyle ...gezegeninden kovulmuş yaratıklar" demişti. 12 Eylül öncesiydi. Gülüp geçmiştim. O inanıyordu buna, bir gezegenden ışınlandığımıza.
Demek ki, kötüler çokmuş. Siz de o kötülerden birileri ile karşılaşmışsınız. O pis Cehennemde temiz kalmış Adıge evlâtları da varmış. Bu da pislerin dünyaya egemen olamayacaklarının bir kanıtı olmalı. Ne diyeyim?
Selâmlar.
Faşizmin ürettiği trajedilerden, binlercesinden biri ve nefis anlatımı. yaşayan NART lar olduğu gibi, tam tersi ruhsuz hainlere de rastladık. bu da gerçek ama anlatmaya gerek yok.
03 Ağustos 2014 Pazar Saat 15:13