Son derece kafa karıştırıcı ve birçok yönden de ağır basan unsuru, çeşitli göç yollarının kökenini tespit etmek suretiyle, Avrupa ve Güney Asya etnografyasından ortaya çıkarmakta nihayetinde başarı sağladık. Türkleri Volga ve Amuderya nehrinin ötesine iteledik. Daha uzaktaki, tipik Türkistan’ı oluşturan bu bölgedeki tarihlerinin izini gelecekteki bir çalışmada süreceğimi ümit ediyorum. Şu anda, Peçeneklerin Volga Nehri’ni geçen ilk Türkler olduğu şeklindeki cüretkar bir savımı, ıspata başlamalıyım. Buna cüretkar diyorum çünkü en sabırlı ve dikkatli İngiliz etnoloğu olan Dr.Latham’ın sonuçlarında yer almakta ve bu sonuçlar bildiğim kadarıyla şimdiye dek tamamen yeni olan pozisyonları içermektedir.
Bana göre, Kafkas sıradağlarının kuzey yamaçları sahip olduğumuz en etnolojik göstergelerden bir tanesidir. Buranın bir çok ırkı adeta kimsesizdir ve bütün Batı istilacılarının, Karadeniz ve Hazar Denizi’nin kuzeyindeki stepler boyunca yürüme yolundaki işgalin süpürdüklerinden geride kalanlardır. Bu düzlükleri ele geçiren işgalcilerin her biri geride, sonraki işgalciler tarafından dağlara doğru sürülmüş olan, kendi ırklarından bir parça bırakmışlardır. Dolayısıyla eğer bu dağların kabuğunu sanki soyacak olur isek ve sonraki işgalcileri burada yaşayanların üzerinden kaldırır isek aslından farklı olmayan bir yığın çeşitli kabile ve ırkların Güney Rusya’da mukim olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalırız.
El-Mesudi’ye göre, Uzlar Volga Nehrini geçtiği zaman, Hazar topraklarına girmiş oldular. Bizans, Arap ve Rus otoritelerinin sayfalarında Hazarlar, Uzların ya da Komanların ve Peçeneklerin öncülleri sayılmaktadırlar. Bu nedenle araştırmamız Hazarlar ile başlayacaktır. Hazarlar kimlerdi ? Bir yazar tarafından yapılan tek bir hata, bütün bir bilimin muhakemesini habis ve yanlış bir yola saptırabilir. Buna, Hazarların durumundan daha iyi bir örnek bulunmamaktadır. 976-977 yıllarında yazılan İbn-Havkal’ın Coğrafyası, Sir Wm. Ouseley tarafından İngilizceye çevrilmişti. “Khazaxi” ler hakkında onun beyanı, kendi çağdaşları ile birlikte, elbette yüksek bir değere sahip idi. Fakat ne yazık ki Sir Wm. Ouseley, en önemli pasajı yanlış çevirmiştir ve diğer İngiliz araştırmacılar da bunu takip etmişlerdir. Uzun zaman önce, Arap Literatürü’nün bu dalı konusunda en yüksek otorite olan Fraehn, St.Petersburg Akademisinin raporlarında yayınlanan, "De Chasaris, Excerpta ex scriptoribus Arabicis" adlı eserinde bu yanlışlığa dikkat çekmekte ve düzeltmektedir; ve sorun Vivien St. Martin tarafından son derece usta bir şekilde tartışılmıştır.
Sir Wm. Ouseley’in, bu pasajın gerçek anlamını tam olarak tersine çevirdiği hakkında en ufak bir şüphe dahi bundan sonra olamaz. İbni Havkal, Hazarların, dil bakımından Türklerden tamamen farklı olduğunu söylemektedir. Ouseley bunu, Hazarların dil bakımından Türkler gibi oldukları haline evirmiştir. İbni Havkal tarafından Türk terimi, herhangi bir ayrım yapmaksızın Hunlar, Bulgarlar ve bütün değişik step kabilelerini neredeyse antik bir terim olan İskit ile eş anlamlı olacak şekilde Türk olarak tanımlayan bir çok Arap ve Bizans çağdaşlarından farklı olarak, son derece kısıtlı bir anlamda kullanılmaktadır. Ahmed ben Fozlan (Ahmed İbni Fadlan) da, Hazar dilinin Fars ve Türk dilinden farklı olduğunu söylemektedir. Hazarlar, bu çalışmada göreceğimiz üzere, Türklerden fiziksel, dinsel ve tarz olarak tamamen farklıdırlar, İbni Havkal’a göre en önemli etnolojik fark, Hazarların dili bakımındandır. Eğer Hazarlar Türk değil idi ise ne oluyorlardı? Üç yüz yıl boyunca son derece önemli olan bir ırkın, arkalarında herhangi bir iz bırakmadan silinip gittiklerine inanmam mümkün değildir. Şimdi, deneysel yöntemle, Kafkasya yamaçlarındaki etnolojik göstergemize müracaat edeceğiz.
İbn-i İstihari'nin Hazarlar hakkında yazdığı notlarının Rusça çevirisi.
Daha önceki bir yayınımda, Kuban ve Kafkasların göçebe Tatarları olarak adlandırılan Nogayların, Peçenek ve Uzların uzantıları olduğuna işaret etmiştim. Eğer Nogayları haritadan kazır isek belki bir ipucu bulabiliriz. Hemen Tatarların ötesinde uzanan halk katmanı Çerkeslerdir. Fakat Çerkeslerin tarihi nedir ? Ortodoks metinleri rehber olarak kabul ettiğimiz zaman bu soruya cevap vermek son derece zordur. İnkar edilmez bir husustur ki, oldukça geriye giden gelenek üzere, Çerkesler, Kafkasyalı Tatarların, Osetlerin ve diğer komşularının üzerlerine saltanat salarak ve bütün Kuzey Kafkasya’yı idare eden sınıf olarak, geçmişten bu yana ve şu anda liderleri ve efendileri olmuşlardır.
Şimdiye kadar, tam olarak, güya Çerkeslerin bir tarihleri olmadığına inanmamız için öğretildik ve onların geçmişteki izlerini takip etmek için belki Yunan yazarların “Zikh”leri içerisinde onları aramaktan tatmin olmalıydık. Böyle bir pozisyonun, uygun bir pozisyon olduğuna inanmıyorum. Şimdi onların izini, bazı detaylarla geçmişte arayalım. Öncelikle Çerkes terimini (Tscherkessian ya da Circassian) her iki Kaberdey’de yaşayanlar ve Klaproth tarafından detaylı bir şekilde tanımlanmış olan ve Besleney,Makhoş,Abazex,Kemirgoy ya da Temirgoy, Hatikoy ya da Hatukay,Bjeduğ, Şapsığ, Jane ya da Jani ve Şegakeh şeklinde çeşitli kabile isimleri altında dağların müsait yerlerindeki Çerkesler olarak kabul ediyoruz. Konunun uzmanı olmadığını bildiğim Dr. Latham tarafından Çerkeslerle birlikte sınıflandırılan bütün Abazinleri ya da Abhazları, bunlardan tamamen hariç tutmaktayım, fakat Klaproth onları birbirlerinden keskin bir şekilde ayırt etmişti. Bunlardan Abazinlerin Çerkes prensleri vardır ve liderleriyle ortak bazı sözcüklere ve bazı adetlere sahiptirler, bunun dışında birbirlerinden çok farklıdırlar, Çerkesler gelmeden önce Çerkes bölgesi işgalcilerinin bakiyesidirler.
Böylelikle Çerkes terimini Kaberdeyler ve dağların müsait yerlerinde mukim Çerkesler olarak sınırladıktan sonra tarihlerine dönelim. Öncelikle Kaberdeyler ki isimleri Constantine Porphyrogenitus kadar eskiye gitmektedir, Çerkes ulusunun en geniş parçasıdır. Bu bölgenin Kaberdeyler tarafından elde tutulması nisbeten yakın bir zamanda olmuştur. Kaberdeylerin antik yerleşimleri Kafkasya’nın en kuzeydeki mahmuzu olan Beştav, ya da Beş Dağlardı, 16. yüzyılda, Klaproth’un tercümanının ilginç diliyle; “Çerkesler sonu gelmeyen savaşların bezdiriciliği nedeniyle, nihayetinde Beştau ya da Beş Dağlar’ı terk edip uzaklaşarak Terek yakınlarına,Riisian bölgesinde Baksan nehri üzerinde yerleşmişlerdir. Daha sonra başlarında iki prensi, Kabarty-Bek kardeşleri bulmuşlardır, onlar yerleşim yerinin bu değişikliği yüzünden ortaya çıkan ihtilaf nedeniyle Çerkes ulusunu kendi aralarında pay edip ayırmışlardır. Yaşlı olan Baksan nehri üzerinde kalmaya devam etmiş, genç olan kendi takipçileriyle Terek’e doğru ilerlemiş ve bundan sonra ülkenin Büyük Kaberdey ve Küçük Kaberdey şeklindeki bölünmesi ortaya çıkmıştır.
Çerkes Ulusunun prensleri ve soyluları Müslümanlığa geçmişti, fakat köylülerin büyük bir çoğunluğu Yunanların telkini ile Hristiyan idiler ve kiliseleri ile Ortodoks din adamları bulunmaktaydı”. Çok açık bir şekilde Kont Potocki’den elde edilen Klaproth’un bu hikayesi son derece makuldür ve uzak olmayan bir dönemde gerçekleşmiştir, bu nedenle kabul edilebilir durmaktadır. Kabarda’da Çerkeslerden önce mukim olmakla ilişkili olan Basianların geleneklerinin de tasdik etmiş olduğu üzere, Çerkeslerin gelişleri ile onlar dağlara doğru sürülmüşlerdir. Erişimi daha kolay olan daha sonraki Kaberdey tarihi, işbu araştırmada bizlere yardımcı olmayacaktır.
Klaproth’a göre, 1474 yılında, Fars sarayına Venedik elçisi olarak gönderilen Jehosaphat Barbaro, günümüzdeki Kabarda’yı da aynı isimle zikretmektedir. Bu her nasılsa, Kaberdey’lerin gelişlerinden daha önceki bir tarihtir. Bu Barbaro’nun yanlışı olabilir; Wolfenbuttel kütüphanesinde bulunan, 1497 için Fredutio of Ancona tarafından hazırlanan haritada, Cabardi ismi bir şekilde, Tajanrog’un batısında bulunmaktadır. Burada, Viyana’da muhafaza edilen yaklaşık iki yüzyıldan daha öncesine ait (yaklaşık 1312) bazı elyazması haritalarda Cabari ismi gösterilmektedir. Kırım’daki Belbek nehrinin yukarı kısmı Kabarda olarak bilinmektedir. Son olarak, Conistantine Porphyrogenitus Cabari ismini, Kuban nehri ağzındaki bir adanın üzerine yerleştirmiştir. Kabardienlerle ilgili konuyu burada noktalıyoruz.
Kafkaslara doğru Rus yayılımı nedeniyle, dağlarda yaşayan Çerkesler daha da güneye itilmişlerdir. Çerkeslerin bir çok kabilesi, önceleri Kuban etrafında yaşamaktaydılar. Anapa da dahil olmak üzere Karadeniz’in bütün sahilleri, Taman adası Çerkeslerin hükümranlığında idi. Daha sonraları Çerkesler Kislar ve Astrahan arasındaki göllere gidip tuz almak için bir çok kervan oluşturdular. 15. yüzyılda yazan Georgio Interiano, Çerkeslerin Kuzey sınırı olarak Don nehrini işaretlemiştir. Kırım’daki bir nehrin isminin Kabarda olduğunu çoktan söylemiş bulunmaktayız.
Katscha ve Belbek nehirleri arasında konumlanmış olan bu yarımada, Çerkes-Tüs (Tscherkess-Tüs) ya da Çerkeslerin Ovası olarak bilinen bir kara parçasıdır; Tatarlar tarafından Çerkes-Kermen (Tscherkess-kjermiin) olarak adlandırılan bir kalenin kalıntıları da bulunmaktadır. Ukrayna Kazaklarının başkentinin Çerkes (Tscherkesh) olarak adlandırılması da çok iyi bilinen bir husustur, ayrıca Don Kazaklarının başkenti de yine Çerkes şeklinde adlandırılmıştı. Rus kroniklerinde Kazaklar sıklıkla Çerkes adı altında refere edilmiştir. 1500 yılında Azov Kazaklarının lideri, Agatscherkess olarak adlandırılmıştı. Son olarak, ama hepsinden önemlisi, Nogaylar hala Kabarda ve Katscha, arasındaki bütün bir ülkeyi, Therkestus (vide Pallas, i 392) olarak adlandırmaktadır.
Bütün bu gerçekler, Moğol istilasından önce, Güney Rusya ve Kuban düzlükleri arasında Çerkes isminin ne kadar yaygın ve önemli olduğunu göstermektedir. Fakat delillerimiz henüz bitmiş değildir. Klaproth tarafından Çerkes ismi, eşkıya gibi yolları kesen manasında, bir yol anlamına gelen “Çer” ve kesmek anlamına gelen “Kesmek” şeklindeki bileşenlerden oluşan Türk menşeli bir isim olarak kabul edilmektedir. Böyle olsun ya da olmasın, Çerkes ismini Kafkasya’da eski bir isim olarak göremeyeceğim gibi, seslerin benzerliğinden yola çıkarak onları eski Kerketler olarak tanımlayabileceğim bir delilim de yoktur. Osetler ve Mingreller Çerkesleri Kazak olarak bilmektedir ve Osetlerin Kuzeyden göç etmeden önce Kaberdeyleri bu şekilde adlandırma konusunda bir gelenekleri bulunmaktadır. Böylelikle, Constantine Porphyrogenitus’un “Kasachia” terimi konusunda bir açıklamaya sahip olmaktayız.
Kazak isminin çıkış noktasına da ulaşmış bulunmaktayız. Kazak (Rus ve Leh kökeni olsa da) ve daha da özellikle Don Kazakları, Çerkeslerle ortak bir çok geleneğe sahiptir ve kendilerinden önce gelen Kazakların ya da Nestor tarafından Kassogi şeklinde isimlendirilenlerin, an’aneleri ile isimlerini almışlardır. Kazak ismi ilk kez Constantine Porphyrogenitus’ta gözükmektedir ve son derece kısıtlı bir şekilde kullanılmıştır. Eğer Çerkesleri erken dönem Bizans ve Arap coğrafyacılarının sayfalarında bulmak istiyorsak, başka isimler altında da aramamız gerekmektedir. Mezkur gerek Bizans ve gerek Arap kaynakları ile, sekizinci yüzyılda ve bunu izleyen iki yüzyıl boyunca Hazar ismi bu bölgelerin en önemli ismi haline gelmiştir.
Ukraynalı bilim adamı Vasil Çaplenko'nun Kiev şehrinin Çerkeslerce kurulduğuna dair Ukraynaca yazdığı çalışmadan bir sayfa.
Caspian, Hazar Denizi adı ile bilinmekteydi; Volga nehrinin batı düzlükleri ise ,aynı isme Kırım’da özellikle daha fazla başvurulurken, Hazariya adıyla anılmaktaydı. Hazar ismi zamanla yok olurken Çerkes ismi baskın hale gelmiştir. Her iki isim de aynı coğrafyayı işgal etmektedir ve kaçınılmaz olarak aynı halkın iki ayrı isim altında olduğuna işaret etmekteyiz; ve böylece daha fazla bir şekilde, özellikle Kırım örneğinde, Hazarların ahfadı olmak ile bağdaşan, erken tarihini bildiğimiz tek ırk Çerkeslerdir, başlangıçta da işaret ettiğim üzere, bütün Türk kabileleri böyle bir iddiadan hariç tutulmaktadır. Bu son derece akla uygun pozisyon, haddinden fazla birçok delil ile kanıtlanmıştır. Böylelikle Çerkesler, önceden, Nogayların yöneticileri olduklarına dair bir geleneğe sahiptirler; Nogaylar ise, diğer bir çalışmamızda gösterdiğimiz üzere, Kumanlar ya da Uzların torunlarıdır.
Komanların erken dönem mücadelelerini anlatan kroniklerde, Komanları genellikle Hazarlarla askeri ittifak halinde görmekteyiz. Hazarlarla birlikte, Rus ve Peçenek bölgelerini işgal etmişlerdir. Klaproth Kafkasya’ya gittiğinde, kroniklerde muhafaza edilen Rusya’yı işgal etmiş Koman ve Polowzian isimleri uzunca bir liste halinde kendisine sunulmuştu. Bunlar daima lider ya da şeflerinin isimleriydi : bu isimler evvelki araştırmacılar için bir bilmece idi. Çok açık bir şekilde, bu isimler Türkçe değildi; Nogay kabileleri içerisinde benzer isimler bulunmamaktaydı. Klaproth’un son derece inandırıcı deliller olarak bahsettiğim sayfalarında bulunan isimler, birkaç istisna hariç, Çerkesya’da hala prens aileleri tarafından kullanılan isimler ile aynı isimlerdir ve bunlar Çerkeslere özgülenmiştir. Bu iddialar zinciri bana, tamamlanmış olarak gözükmektedir, karara bağlanacak bir sınama durumu değildir.
Tek merakım, Klaproth’un Çerkeslerin atası olarak Hazarlara hiçbir şekilde el atmamasıdır; daha da fazlası, eğer ihtiyaç olması durumunda hala açık bir delil ile, yani, kendisine gönüllü bir şekilde egemenlik behşedilen Hazar kabilelerinden biri olarak ve hatta lider kabile olarak Kabar’dan (Cabar) bahseden Constantine Porphyrogenitus’un şahadeti ile gerçek tasdiklenmektedir. Mezkur Kabari (Cabari), sonraki yazarların bahsettiği Kabardi ya da Kabarilerden farklı olamaz.
Hazar dilinden geriye kalan yazı formundaki tek işaret, başkentlerinin ismi olan Sarkel’dir, Constantine Porphyrogenitus’a göre Sarkel “beyaz mesken” anlamına gelmektedir. Macar dilinde Sarghili, “sarı yer” anlamına gelmektedir. Klaproth, Vogul diyalektinde ve Batı Sibirya’da sar, sarni, sorni ve sairan’ın “beyaz” anlamına geldiğini söylemektedir. Bir çok Samoyed bileşeninde, syr, sirr ve siri olarak aynı sözcüğe rastlanabilir. Onların arasında ev kell, kella, kuel,koual,kal; Çuvaşlar arasında ise kil olarak adlandırılmaktadır. Bu önemli türevler gelecek bir makalede ele alınacaktır.
Arap coğrafyacı Ebn el Ethir ve Şemsuddin, Hazarları sırasıyla Gürcüler ve Ermeniler ile ilişkilendirmektedir. Bu durum Hazarları,Türklerden yeteri derecede ayırmaktadır ve onların bazı üstünkörü nakledişlerinde kötü bir tahmin değildir, ancak eğer onlar Çerkesler ise. Hazarlar, Türklerden fiziksel olarak oldukça uzaktırlar ve bu durumu muhtemelen Rus prensleri ve Bizans asilzadeleri eşlerini onların arasından seçerek ıspatlamaktadırlar (bunlardan birinin annesi 758’de imperyal tahta oturmayı başaran Hazarlı Leon’un-Leo the Khazar’ın annesi idi); ve döneminin Chesterfield’i olan Constantine Porphyrogenitus bu son derece yaygın uygulama yüzünden, benzer tehlikeli sonuç doğuracak örneğe karşı oğlunu şiddetli şekilde uyarmıştır. Burada, Çerkes güzelliğinin günümüz dünyasında bile oldukça bilinir olduğu bizlere hatırlatılmaktadır, ve keşfettiğimiz Hazar gelinlerinin, yavan bir çirkinliğe sahip olan Nogay kadınlarının atalarıyla ilişkilendirilmesi durumunda, ancak safdil bir şekilde gülümseyebiliriz.
Gerçeklerin bu şekilde bir araya gelmesi bana ezici gözükmektedir. Diğer yandan Hazarlar arasında kullanılan Bec ya da Beg, Khan ya da Khacan gibi ünvanların Türkçe olduğunun beyan edilmesinin destekleyen, sadece Zeuss’un vecizelerine sahibiz. Şu anda, Bec ya da Beg tartışmasız bir şekilde Çerkes isimlerinin bir parçasıdır. “Khacan” ya da Khan Bulgarlar, Avarlar ve Ruslar arasında ortak bir ünvandır ve Norse Hacon ile aynıdır. Unvan delilinin, onları tuhaf bir şekilde Türk yaptığına dair bir delil idrakimde mevcut değildir.
Hazarlar Türk kanı taşımıyor olsalardı aynı iddiayı Çerkesler için ileri sürecek idim. Hazarlar, Türk olan Uzlar ile, Uzların Ruslar ve Peçenekler üzerine yaptıkları seferlerde devamlı bir şekilde müttefik idi ve buna ilaveten Hazar prenslerinin muhafızları, Maveraünnehrin Arap emirlerinden ve paralı Türk askerlerinden müteşekkildi. Hazarların örneğinde bu “Larssiyes” olarak bilinmektedir. Larssiyes ismi D'Ohsson tarafından dahiyane bir şekilde, Şemseddin’e göre Kıpçak kabilesi olan Alars (Alarlar) ile karşılaştırılmıştır. Bu Türkler, dillerini ve ırklarını maddeten değiştirmiş-bozmuş olmalılar. Fakat böylesine bir değişiklik, Anglo-Saxon değişikliklerin North Wales’i Almanca konuşulan bir bölge haline çeviremeyecek olması gibi, Hazarları ya da Çerkesleri Türk yapmaz .
Hazar ismi bir çok etimolojiyi bünyesinde barındırmaktadır. Strahlenberg, Hazar ismini, Macar dilindeki Huzzar ya da Hussar ile aynileştirmektedir. Fakat bana göre muhtemelen Macar dilindeki Hussar ya da Huzzar aslında Hazar’dan türetilmiştir. Bohucz’a göre, Chazar, Slav dilinde sığınmacı anlamına gelmektedir. Persliler bütün Sünnileri ya da Ali’nin takipçilerini “Chadshar”lar olarak adlandırmaktadır, bu yüzden bunlarla birlikte Chadshar bizim için kafir-tanrıtanımaz ile eşdeğerdir ve Klaproth bu sözcüğü Almanca’da kafir-tanrıtanımazlar için kullanılan “Ketzer” sözcüğünden türetmektedir. Lezgiler, Yahudileri, “Hazar”ı telaffuz eder gibi, “Ghusar” olarak adlandırmaktadır. Ouseley, “Khazrian”ı, Hristiyan olarak tercüme etmektedir.
Çinliler batılı bir millet olan “Kosa” dan bahsetmektedirler. Vivien St. Martin onları İskit kabileleri olan Herodot’un “Katiar”’ı ve Pliny’nin “Cotieri”’i ile bağlantılandırmaktadır. Bu önerilerin değeri ne olursa olsun biz Hazarları, Arap coğrafyacılar tarafından son derece kendine özgü hususiyetlere dayalı olarak yapılan, kuzeyde mukim Kara Hazar ve güneyde mukim Ak Hazar ayrımına göre öğrenmeyi hedeflemekteyiz. Bu ayrım, Zeuss, Schlhetzer, ve Thunmann’ın daha önce işaret ettiği gibi Nestor’un Kara ve Ak Ugrilerine karşılık gelmektedir, bunlardan Kara Ugri olanlar Macarlardır. Benim inanışıma göre bunlar aynı zamanda, diğer yazarların Ak Hunlar ve Kara Hunlar ayrımı ile bağlantılıdır. yaklaşık 6. yüzyılda Maveraünnehri istila eden ve orada hatırı sayılır bir güç teşkil eden işgalciler; Priscus’un Ak Hunları ya da Eftalitleri (Vivien St. Martin’in onlar hakkında yazdığı detaylı makaleyi tedarik etme imkanını bulamadım) son derece iyi bilinmekteydiler.
Benim fikrime göre onlar, D’Ohsson dan Ebn el Ethir’e kadar kurulmuş olan ilişkide olduğu gibi, geç bir tarihte (819-820) Horasan’ın Türklerine karşı Khorasmien ler tarafından desteklenen ve onlar tarafından Müslümanlaştırılan Hazarlardı. Bu teşhis son derece önemlidir. Bu Ak Hunlar Kırgız çölünden gelmiş olmalılar. Türkofobyası ile göze çarpan Dr.Latham bile Kırgızların dillerinin tartışmasız bir şekilde Türkçe olmasına karşın, ismen ve diğer bir çok yönden Türk’ten başka bir şey olduklarını tasdik etmiştir. Latham ile birlikte şuna inanıyorum;Kırgız, Çerkes ile aynı sözcük olan antik Kergis ya da Kerkis in sadece bir başka formundan ibarettir, daha da fazlası Kırgızlar aynen Çerkeslerde olduğu gibi “Kesek” ler ya da “Kassak” lar olarak da bilinmektedirler.
Hazarlar tarafından Avrupa’nın ve Maveraünnehrin neredeyse aynı anda işgali, Türk işgalcilerinin onları kendi topraklarından sürmesinin bir sonucudur. Theophanes ve diğerleri tarafından, Hazarların kendi toprakları Bersilya (Bersilia) olarak isimlendirilmektedir, Horenli Musa (Moses of Chrone) tarafından Bersilya’nın gerçekten yerleştirildiği Kırgız stepleri hariç hiç bir yerde Bersilya’nın başkaca bir yer olduğuna dair bir delil bulamadım (vide infra-aşağıya bakınız). Bu işgalden önce Hazarlar, Aral ve Hazar göllerinin kuzeyini ve kuzeybatısını işgal etmekteydiler ve Türkler daha doğu ve kuzey bölgelere, Altay ve İrtiş kıyılarına sıkışmıştı.
Şu anda Arapların ve Bizansın bizlere bıraktığı bol miktarda materyal üzerinden, Hazarların tarihine hızlıca göz atabiliriz. Ermeni tarihçi Horenli Musa ve Gürcü kronikleri tarafından bahsedilen, Kafkasya’nın Hazarlar tarafından erken dönem diğer işgalleri ve bununla bağlantılı geleneği tartışmayacağım, çünkü eğer diğer bir ırkın başarısı Hazarlara mal edilmemişse bu son derece şüphelidir ve onları tartışarak konumuzun ötesine geçmiş olacağız (zaten yeterince bahsedildi).Hazarlar, Hazar kapılarını zorlayıp Azerbaycan’a girdiği zamanlarda, Hazarlardan açık bir şekilde ilk bahseden ve Hazarların 626’da Heraclius tarafından İran’ın işgalinde görev almasını anlatan Bizanslı olan Theophanes ile başlayacağım.
Hazarlar Bersilia topraklarından ayrılırken ve Bulgarları önlerine katıp sürerek Don nehrinin doğu düzlüklerini Karadeniz’e kadar işgal ettiklerinde, Bizansın İrana olan bu geçici akınını, 642-688 yılları arasında Constantine III’ün genel işgali takip etmiştir. Bulgar prenslerinden biri olan Batbaia, haraca bağlanmıştı. Berzilia toprakları bir çok coğrafyacı için bilmecedir. Herodot , “Katiar” ları “Basilien” (asilzade İskitler) olarak adlandırdığı bir halk ile isimlendirmektedir. Pomponius Mela, Pliny, Strabo, ve Ptolemy, hepsi onlardan bahsetmiştir. Beşinci yüzyılda Moses of Chorene, Volga’nın kendisini, üzerinde Barsileen halkının yaşadığı 60 kola ayırmış olduğunu söylemektedir. Berzelia’yı Volgan’nın doğusundaki Kırgız steplerine yerleştirmek ile hata yapıyor olamayız . Herodot’un asilzade İskitleri ile Çerkesler arasındaki ilişkiler, Claudian’ın Ak Hunları ile diğer yazarların Acatziri arasındaki bağları ümit verici bir konu olup, bunu başka bir vesile ile el almalıyız.
Nestor’dan sadır olan bilgi üzere, Hazarlar hızlı bir şekilde komşu Rus kabilelerini vergiye bağlamışlardır ve D'Ohsson’da detaylı bir şekilde anlatıldığı üzere Ermenistan ve Kafkasya’nın güneyindeki Halife’nin temsilcileri üzerine sürekli seferler düzenlemişlerdir.
Hazar Hanlarının talepleri üzerine, imparator Theophilus 834 yılında Peçeneklere karşı bir korugan olması bakımından Don üzerinde bir kale inşa edilmesi için mühendisler göndermiştir. Bu, Ruslar tarafından Belaia Wess olarak bilinen Sarkel’i ünlü etmişti. Lehrberg, Don ağzından yaklaşık yetmiş verst (y.n; yaklaşık yetmiş beş kilometre) uzakta olan Sarkel’in durumunu çözmüştür. Hazarların bir diğer yerleşim yeri Phanagoria ya da Tamatarkha’dır. 10.yüzyılda Hazar toprakları güneyde Hazar Denizi ve Kafkasya’nın son mahmuzu; batıda onları Peçeneklerden ayıran Don, Maotis ve Cimmerian Bosphorus; kuzeyde Volga üzerindeki Büyük Bulgaristan Bulgarları; ve doğuda Başkırlar ve Uzlar ile sınırlanmıştı.
Bu sınırlar D'Ohsson tarafından çözülmüştü;fakat Hazarlar ilk istilalarında, Cenevizlilerin Kefe’deki hakimiyet zamanlarına kadar geriye giden bilgiye göre Hazarya olarak adlandırılan Kırım ülkesinin düz topraklarını işgal etmiş olmalıydılar. Yarımadanın önceki hakimleri, Gotlardan bakiyedirler. Gotlar mezkur zamanlarda, Ortaçağ yazarlarınca Kastron Gothia olarak bilinen müstahkem bir kalenin bulunduğu dağlara sürülmüşlerdi. 6.Konstantinin hükümdarlığında (780-797) Gotik psikopos St. John Parthenites, Hazarlara bağlı olan Gotları, Hazarlardan ayırma teşebbüsünde bulunduğu için kaçmak zorunda kalmıştı.
Kuban’ın güneyinde, Alanlar uzun süre Hazarlarla hakimiyet mücadelesi yürütmüşlerdir, fakat Peçenekler ve Uzlar gibi Hazarların yüksek güçlerine ve belkide kültürlerine boyun eğmek zorunda kalmışlardır. Hazarların güçleri, onların ülkelerini işgal eden ve başkentleri Saxkel’i alan büyük Rus fatihi Sviatoslav tarafından kırılmıştır. Bu yüzden Uzlar kademeli olarak nüfuz kazanmış gözükmektedir.
Hazar milleti iki kısma ayrılmıştı; bir kısmı Kırım’da diğer kısmı ise Kuban’ın ötesinde sıkıştırılmıştı, Kırım’da bulunanlar eski isimlerini muhafaza etmişler, Cenevizlilerle daimi bir ilişki tesis etmişler ve daha önce bahsettiğimiz göçü gerçekleştiren Kaberdeylerin ataları durumuna gelmişlerdir; Kuban’ın ötesinde kalanlar ise yeni bir isim, yani Kassoglar adı altında Rus kroniklerinde görünmeye başlamışlardır, muhtemelen Kassog lider kabile idi, Constantine Porphyrogenitus’un bize söylediğine göre Hazarlarda kabilelerden bir tanesinin adı “Kosa” idi.1226 gibi geç bir tarihte Hazarlar, İran’ı istila eden Gürcü ordularının bir kanadını teşkil etmekte idiler.
Böylelikle bu olağanüstü ırkın tarihinin izini sürmüş olmaktayız ve fikrime göre onların Çerkeslerle olan bağlantısını ıspat ettik. Sonuç olarak, Fraehn'in “Extracts de Chasaris” adlı eserinden Hazarların giyimleri ve adetleri ile ilgili özel bazı parçalar vereceğim.
Yaklaşık 921 yılında yazan İbn Fozlan, yaklaşık 976-977 deki İbn Haukal, yaklaşık 943-947’deki Masoudi, yaklaşık 1220’deki Yakout, Fraehn tarafından kullanılan ana otoritelerdir. Bunlardan, aşağıdaki kısımları alıyorum;
Hazarlar dil bakımından, Ruslardan, Türklerden ve İranlılardan tamamen farklılardı. Dilleri, Bulgarların dilinin farklı olması gibi farklı idi. Görünüş olarak da Türklerden tamamen farklı idiler. İki farklı tip Hazar vardı; biri, neredeyse Hindular kadar koyu bir renge sahip Kara Hazarlardı; diğeri açık tenli ve yakışıklı ve seçkin görünümlü idi (her ikisi de siyah saçlara sahip idiler). Hazarlar arasında putperest olanlar çocuklarını köle olarak satarlardı ve bir başka kimseyi de köle yapma hakkına sahiplerdi;Yahudiler ve Hristiyanlar ise bunu yanlış olarak kabul ederlerdi. Kralları bir Yahudi idi;Hazarların kendileri ise Müslüman, Hristiyan ve putperestti; az bir kısmı kralları gibi Yahudi idi. Askerler büyük ölçüde Müslümandı. Ibn el Asir’e göre, onlar önceleri putperestlik gibi atalarının dinlerini takip etmekteydiler.
Sekizinci yüzyılda Harun Reşid’in hükümranlığı döneminde, Yunan İmparatorluğu’ndan (Greek Empire) kovulan Yahudiler, Hazarları söz dinler ve kontrol edilebilir bir ırk olarak değerlendirdiler, onların dinlerini dönüştürdüler, fakat bir zaman sonra Horasan Türklerinin egemenliği altına girdiler. Bu Türklere karşı “Chorezmien” lerden yardım talebinde, Hazarların İslam’ı benimsemeleri karşılığında şartlı yardım teklif ettiler, böylelikle bir çoğunu Müslümanlaştırdılar.
Hazarların kralı, “Hakan” olarak ya da “büyük Hakan” adlandırılırdı; güçleri sadece görünüşte idi (roi fainéant), katı bir inziva halinde idiler; sadece belirli etkinliklerde gözükürlerdi ve sıradan bir kraldan ziyade Dalai Lama’nın pozisyonuna benzer bir hal içerisindeydiler. Yirmibeş karısı ve altmış cariyesi olurdu. Karıları ve cariyeleri, Kubba olarak bilinen ayrı evlerde yaşarlardı; her bir ev, kadınları bekleyen hadım erkeklere sahipti.
Kral at sırtına bindiği zaman, bütün bir ordu ona refakat edip avamın bakışlarından muhafaza ederdi. Kralın tahtı altından ve dekoratif işlemelere sahip kumaştan müteşekkildi; emirleri, onun tarafından atanan bir heyete arkasını dönen bir kimsenin kellesi uçurulacak ölçüde, son derece mukaddes kabul edilirdi. Kırk yıldan daha fazla hükümran olmasına izin verilmezdi, bu süre sınırı dolduğu zaman boğularak öldürülürdü ya da intihar etmesine izin verilirdi. Nadiren, şiddetli felaket zamanlarında, kralın kendisini halkı için kurban etmesi gerekirdi. Hazar kralı hakkındaki bu bahis, Atilla hakkında da söylenmişti ve şüphesiz, her iki örnek bakımından da doğrudur, onun ölümünde bir nehir yatağına saray yapılmış, cesedi bunun içine konulmuş, daha sonra nehir bu sarayın üzerine yönlendirilmiş, sarayın yapımında görev alan herkes öldürülmüştür. Onun cesedinin bulunduğu yer Cennet olarak adlandırılmıştı. İnsanların ve ceset yiyen kurtçukların saldırısından vareste tutulmuştu.
Hazarların “Khacan” ı, Bizansta çok büyük bir saygıya mazhar olmuştur. O en soylu ve en tanınmış “Hazarya Khacan” ı olarak ifade edilmiştir. En meşhur Avrupa hükümdarlarına gönderilen mektuplar sadece iki altın plaka ile mühürlenirken, Hazarya Kralına gönderilen mektuplar üç altın plaka ile mühürlenirdi. “Hazarya Khacan” ının sadece görünüşte kral (roi fainéant) olduklarını söylemiştik.
Gerçek kral (orduyu yöneten, savaşa ve barışa karar veren ve fiili-de facto-kral,görünüşte sadece vekaleten yetkilendirilmiş hükümran olmasına rağmen) Khacan-bh (Khacan bey ?) olarak bilinirdi, ya da basitçe “Khan” olarak. Perslere karşı Heraklius’a yardım eden Ziebil gibi. Ondan sonraki kişi ise “Kender Chakan” olarak; onu takip eden kişi ise “Tschauschian” olarak adlandırılırdı. Bu yüksek mevki sahipleri kutsal kral Büyük Khacan’ın huzurunda bulunurdu. Söylediğimiz üzere kralın korumaları, sayıları 7.000’i bulan, ok ve mızrak ile sılahlandırılmış, miğfer giydirilmiş, gövde zırhı içerisinde ve örgü zırhlara sahip, Larssiye olarak adlandırılan paralı Türk askerlerden oluşturulmuştu (modern Çerkes üniforması ile kıyaslayınız).
Ruslar ve pagan Slavlar da Hazar ordusunun bir parçasıydı. Adalet, Hazarya’nın başkenti Itil’de Peygamber şeriatını uygulayan iki Müslüman, İbrani şeriatını uygulayan iki Hazar,İsa’nın şeriatını uygulayan iki Hristiyan hakim olmak üzere yedi hakim tarafından yönetilirdi . Yedinci hakim Rusları, Slavları ve diğer Paganları kendi doğal hukuklarına göre yargılardı. Mezkur yedinci hakim çok zor davalarda Muhammed’in hadislerine müracaat ederdi ve kendi kararlarına göre hükmederdi. Kral, hakimlerle devamlı iletişim halindeydi.
Arap otoritelerinin söylediğine göre, mülkiyetin güvenliği ve kafi miktarda adalet , Itil’de sayıları 10.000 kadar olan çok miktarda tüccarın yerleşmesine neden olmuştur. Bakır ve gümüş Hazarya’da bulunmaktaydı;fakat ana serveti, bal, bal mumu, mersin balığı havyarı, kürk-özellikle samur kürkü bu yoldan geçerek Rusya, Bulgaristan ve İran’a ulaşırdı ve hiç şüphe yoktur ki İran’ın ve Doğu’nun malları da aynı rotadan gönderilirdi.Itil, ahşap evlerden oluşan büyük bir şehirdi, okulların da bağlı olduğu otuz cami ve büyük bir katedrali barındırıyordu.Araplar, Itil’in yanı sıra Hazarların diğer üç şehrini de tanımlamışlardır; Belendscher, Semender ve Chamlidsch; Gürcü kronikleribir kaç fazla şehre daha işaret etmektedir;fakat bu yeterli olacaktır.
Bizim yetersiz anlatımımızdan bile görülecektir ki Hazarlar sanatta son derece gelişmiş bir halktı, kendi krallarına izafe edilen ve eski bir tarihe işaret eden geleneklerle birlikte eski bir medeniyete sahip idiler. Biz onları Volga’nın ötesine taşıdık, onları başka bir zaman diliminde de takip etmek zorundayız. Onların atalarının Çerkesler olduğunu ve Çerkeslerin Doğu Avrupa tarihi ile yakından bağlantılı izole edilmiş bir ırk olduğunu ıspat etmemiz ve Kafkasya’nın karmaşık etnolojisini basitleştirmemiz şimdilik bize yeterlidir.
Yazan: Sir Henry Hoyle Howorth
Çeviri: Dr. Karden Murat
Cherkessia.net, 7 Mayıs 2018
Kaynak: The Journal of the Ethnological Society of London (1869-1870), Vol. 2, No. 2 (1870),pp. 182-192, On the Westerly Drifting of Nomades, from the Fifth to the Nineteenth Century. PartIV. The Circassians and White Khazars, H. H. Howorth
Yasal Uyarı: Tercümeler, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre korunmaktadır. Bu tercüme, cherkessia.net’in ya da çevirenin izni olmaksızın, tamamen ya da kısmen kullanılamaz.