2009 yılı acı ve tatlı yönleriyle geride kaldı. Bu arada şimdi, Türkiye’de saflar iyice belirginleşmeye başladı. 1920’lerde bürokratik bir diktatoryaya gidilmişti. İttihat-Terakki zamanından beri, tayin edici makamlar belli bir gerici zümrenin eline geçmiş durumdaydı. Bu kişiler halka tepeden bakıyorlardı.
1950’lerde demokrasi yönlü bazı girişimler yaşanmış ancak, sonunda bürokratik zümrenin silahlı darbesiyle gelişim kesintiye uğratılmıştı.1950’lerde aslında CHP kökenli olan DP iktidarına karşı hırçın bir CHP muhalefeti vardı. Genel kanı, CHP’nin ilericiliği ve solu temsil ettiği biçimindeydi. Şimdi algılar değişmiş bulunuyor. Ancak çok acı çekilmiş olduğunu ve kabusun bitmediğini de belirtmemiz gerekiyor.
Fiili olarak, bugün CHP gericiliğin kalesi durumunda, CHP neredeyse her türlü demokratik düzenlemeye karşı. Ancak bilinçli kamuoyu bunu biliyor, bu nedenle de etkisizleşmiş bulunuyorlar, bölünüyoruz, Atatürk gibi laflarla kitleleri artık oyalayamazlar.
Asker ve yargı içinde de demokratik yenilenme belirtileri var. Sivil yargının kozmik odalara girmesi ve askerleri de sorgulamaya, tutuklamaya başlaması demokratikleşmenin/yenilenmenin göstergelerinden. Asker de batılı standartlara ulaşacak gibi görünüyor.
Ancak yargıda, yine çağın çok gerisinde kalmış bir zihniyet tutulması var, bunu beirtmeliyiz, siyasi partilerin kapatılmakta olması da bunu kanıtlıyor. Uygar dünyada şiddeti, ırk üstünlüğü anlayışını ve faşist yapılanmayı dayatmaya kalkışan partiler kapatılabiliyor. İspanya’da ‘Batasuna’ partisi, silahlı şiddeti bir mücadele yöntemi olarak benimseyen ETA’ya maddi yardımda bulunduğu için, bu gerekçeyle kapatıldı. DTP’nin kapatılmasında böyle bir gerekçe yok, kişilerin bazı söylemleri yeterli görülmüş. Çapraşık ve inandırıcı olmayan bir gerekçe var ortada. Kararlar ucuz ‘gerekçelere’ dayandırılmamalı, yoksa bu yargıya zarar verir. Bölücülük, vb batıda, parti kapatmada geçerli nedenler arasında değil.
Bizde ise hala geçerli nedenler arasında, ‘kargadan başka kuş tanımam’ anlayışı ile hiçbir olumlu sonuç alınamaz, gördüğümüz gibi, Türkiye bir siyasal partiler mezarlığı halinde...
Ancak şimdi yargı reformu da gündemde. Bu işte Ak Parti’nin günahı ve sevabı çok. Yine de önümüzdeki aylarda bir dizi yeni yasal düzenleme yapılacak. Bu, kaçınılmazdır ve göreceğiz.
Kafkaslarda durum
RF lideri Vladimir Putin 1 Eylül 2004 Beslan Baskın ve Katliamı’nı gerekçe göstererek yerel yönetimlerdeki başkanlık ve valilik seçimlerini kaldırtmıştı. O zamandan beri cumhuriyetlerdeki başkanlar Merkez’den,Moskova’dan atanıyorlar. KANOKO Arsen ve THAKUŞIN Aslan da atanmış başkanlardan. Yerel parlamentoların olur verme ya da vermeme gibi yetkileri var ama bu da sembolik düzeyde bir şey olmalı.
Şu durumda başkanlar ve oluşturdukları hükümetler halk iradesini yansıtıyor olabilirler mi? Sanmıyoruz. Bu başkanların birçoğu yukarıya/Moskova’ya hoş görünmeye çalışan kukla kişiler. Halk desteği ve güveni olmadan, bu başkanlar ve görevlendirdikleri hükümetler, geçmişten gelen ve dağ gibi birikmiş olan sorunları çözebilirler mi? Kabardey-Balkarya’daki batağı, bir dizi saldırıyı, adam kaçırma, dövme ve yargısız infazı görüyorsunuz. İnguşetya ve Dağıstan desen patlamaya hazır birer volkan gibi. Bu yöreler son derece yoksul düşürülmüş insanlarıyla kaynaşma içindeler.
Bu da Moskova’dan çizilen şablonların ‘kurtarıcı ya da çözüm üretici’ olamadıklarını gösteriyor. KBC Parlamentosu öyle bir yasa çıkarıyor ki, bir Balkar’a bir Kabardey’in 10 katı dağ otlağı bağışlanıyor. Bunda akıl ve mantık olabilir mi? Neyin karşılığı olarak veriliyor bu ihsan? Turistik tesisler karşılığı olmasın? Anlaşılan balık baştan kokuyor…
Etnik bölünme ve ayrışma böyle başlar. Devletin olan dağ otlağına ‘Balkar’ damgası mı basmak gerekiyor? Tabiki oradaki koşulları tam bilmeme olanak yok. Ancak liseyi bitirdiğim 1962 yazını geçici orman görevlisi olarak Düzce Orman İşletmesi’nin Pirenli Yaylası’nda geçirmiştim. Durumu az çok bilirim, çok şeye de tanığım.
Türkiye’de orman ve yaylalar devlet mülkiyetinde. Ancak devlet ormaniçi köylülere bazı ‘intifa’ (yararlandırma) hakları tanıyor. Her köy kendisine tahsis edilen dağ çayırında hayvanlarını otlatıyor, görevlilerce işaretlenmiş ağaçları para karşılığı kesiyor, kütükleri dağdan rampalara indiriyordu. Yine öyle. Köylünün hakkı o gibi çerçevelerle sınırlı.
Rusya’da durum nasıldır, bilemiyorum ama Türkiye’deki uygulama örnek alınabilir.
Kafkasya’da sivil muhalefet güçleniyor
Kuzey Kafkasya’da muhalefet diye, genel anlamda RF partileri biliniyordu, Komünist parti, Jirinovski’nin iktidar stepnesi sağcı partisi, 2007’den beri parlamento dışı kalan liberal Yabloko partisi gibi. Bunlar, yerel halklardan kişilere değil, Rusya kamuoyuna seslenen partiler. Küçük halklar bu gibi partiler için ayrıntı, umurlarında olmaz. Örneğin, Jirinovski’nin partisi için politika, var mı yok mu Rus ve Ruslaştırma…Elinden gelse mübarek Çarlığı diriltecek…
Sonuç olarak, cumhuriyetler yönetimleri kendilerine, kendi halklarına yabancılaşmış durumdalar. Şöyle yazılıyor: Rus yanlısı Ramzan Kadirov yönetimi. Peki, Rusya’da Rus karşıtı bir yönetim düşünülebilir mi? Kanoko Arsen ya da Thakuşın Aslan Rus yanlısı değil mi?..
Yerel hükümetler ve yerel diller tu kaka,küçük halkların tarihi ile oynanabiliyor, sözgelişi ‘Çerkessiz’ Krasnodar Kray ve Ş’açe (Шъачэ;Soçi) tarihleri kaleme alınıyor, rezalet yayınlar ortaya konuyor, yerli ‘yetkililerden’ ise çıt çıkmıyor. Maazallah mama kesilebilir. Öyle başkan, bakan ve ‘saylavlar’ türemiş ki Rusça dışında dil bilmiyorlar sanırsın. Geçenlerde uydu Tv’den izlemiştim, Moğol suratlı bir Kırgız kendi parlamentosunda Rusça konuşuyordu. Ne de ‘yakışıyordu’ Rusça o Kırgız’a…
Böyle bir yönetim, böyle bir cumhuriyet anlayışı kabul edilebiliyorsa, sorun yok, diyeceğimiz bir şey de olamaz.
Ancak sivil toplum örgütleri güçlenmeye başladılar, bunların ayak sesleri duyulmaya başlandı. Oportünistlerin tatlı günleri sona ereceğe benziyor.
Eğitim Bakanı Bedanıko’ya mektup
Adıgey ‘Adıge Xase’ örgütü AC Eğitim Bakanı BEDANIKO Ramazan’a 24 Kasım 2009 tarihli bir mektup göndermiş bulunuyor, mektup elimizde, aradan bir ayı aşkın zaman geçti, tabii sayın Bakan’dan tıs yok. O ayrı konu.
Peki mektupta ne deniyor?..
“Adıgey’de 1938 yılından beri -70 yıldır- Adıgece yazım kılavuzu basılmamış, elde tek bir nüsha kalmış, o da Adıge Bilimsel Araştırma Enstitüsü Kütüphanesi’nde’. Ne güzel bir ‘çalışma’ örneği, değil mi?.. Türk bakanın tam dediği gibi: “Ah, şu okular olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim”. Bu da öyle, Rusça’ya önem veren ama Adıgece kitabı sorun edinmeyen bir Bakanlık. Kitaba para yok ama içkili şampanyalı partilere para çok…
Neyse devam edelim:
“Adıgeler olarak, Adıgece’yi ve bir ulus olma anlayışını (ulusal ruhu) yitirme tehlikesi ile karşı karşıyayız…Ancak yetkililer, bu kaygıları bizimle paylaşmıyorlar,bunun ızdırabını yaşıyoruz…Adıgece bir şarkı olsun, bir kıta şiir olsun okuyacak insanımız kalmamış, kalmayacakmış gibi…İçler acısı bir durum. Adıgece yayınları izleyenler, okuyanlar azınlıkta, güçlenmiyoruz, aksine git gide güçsüzleşiyor ve eriyoruz…”
Adıge kardeşlerimizin yöneticileri uyarması için daha ne söylenebilir ki? Anlayana bundan daha etkileyici söz düşünülebilir mi?İnsan kendi ulusuna karşı, nasıl oluyor da, bu kadar hoyrat ve duyarsız olabiliyor?..Mektubu okumaya devam edelim:
“Rusya’da Rus olmayanları asimile etmeyi amaç edinmiş güçlü bir akım var, etkili. Bunun karşısında her bir ulusal öğeye (varlığa) saygıyı esas alan çağdaş ve demokratik normları benimsemiş bir anlayış da var. Esas olanı, demokratik olanı ise, bireye ve onun mensubu olduğu ulusa (etnik varlığa) değer veren anlayış olabilir. Bu demokratik değerleri itelemek, çiğnemek ise, ezilen ulustan bireylere küfretmekten ve o insanlara karşı kaba güç kullanmaktan daha yaralayıcı ve daha öldürücü olan bir davranış olur…Adıgece’nin mevcut olan üzücü durumunu ise, yasal platformda Adıgelere tanınmış olan ama kullandırılmayan haklarla karşılaştırdığımızda, ‘yöneticilerimizin halkımıza saygı göstermediklerini (halkı alaya aldıklarını) algılıyor ve bir kat daha kaygılanıyoruz”.
Karaçaylar, pasif değil, çalışkan ve cesur insanlar olmalı
“Kardeş Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti (KÇC) Parlamentosu, cumhuriyetin resmi dillerini öğrenmeyi, o resmi dili konuşan bireyler için zorunlu bir ders dili haline getiren ve o dillerin devlet tarafından öğretilmesini zorunlu tutan bir yasa çıkardı”. KÇC’nde 5 resmi dil var: Rus, Karaçay, Çerkes, Abaza ve Nogay dilleri. Çocuk,daha önce olduğu gibi ‘anadilimi öğrenmek istemiyorum, Rusça bana yeter’ diyemeyecek. İki dilde –Rusça ve anadili- okuyacak.
Bizden ek bir bilgi:
‘2006 tarihli AC Eğitim yasası’yla Adıge kökenli öğrenciler için Adıgece dersi zorunlu bir ders dili haline getirilmişti, Rus öğrenciler yasa kapsamı dışındaydılar. Ancak Moskova’dan atanan Rus asıllı AC Savcısı’nın itirazı üzerine sözkonusu yasa yerel ‘Yüksek Mahkeme’ tarafından iptal edilmişti. Bu arada, o zamanki Başkan ŞEVMEN Hazret de bir güzel yolcu edilmiş, izleyen yöneticiler ise, her nedense yargı sürecinin peşini kovalamamışlar, ters dönüş yapmışlardı.
Şimdi biz de mektuba bir dönüş yapalım:
Yasa, Adigey’de olduğu gibi, Karaçay-Çerkesya’da da iptal ettirildi. Ancak, KÇC Parlamentosu, Adigey’inki gibi sinmedi, kararının arkasında durmasını bildi, RF Anayasası hükümlerini gerekçe göstererek ‘Rusya Federasyonu Anayasa Mahkemesi’ne itirazda bulundu. Mahkeme itirazı yerinde buldu ve bütün resmi dillerin okullarda zorunlu dersler olarak okutulabilecekleri kararını aldı. Demek ki, at binicisine göre kişniyormuş…
Şimdi KÇC resmi dilleri zorunlu olarak, devlet tarafından okul öncesi ve sonrası tüm okullarda okutuluyor.
Adıge Cumhuriyeti Adıgece’ye, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti de yerel resmi dillere dönüş yapabilecek mi?
Mektupta yazılanları özetleyerek ve alıntılayarak sunmaya devam edelim:
-AC Parlamentosu edilgen bir tavır içinde, Parlamento’ya olan güvenimiz sarsılmış durumda, bir türlü Adıgece’yi koruma amaçlı bir yasa çıkarılmıyor, iş savsaklanıyor.
Biz bunun böyle olduğunu 1992’den beri her platfomda söyleyerek geliyoruz. Ama sakalımız yok ki dinletelim.
-Önemli resmi kararların, iki dilde, Adigece ve Rusça olarak yayınlanması gerekiyor, bu bir yasal zorunluluk, ancak uyulmuyor, kararlar sırf Rusça olarak yayınlanıyor. -Bu da diasporanın bilgisiz bırakılması demektir tabiki-
-Her iki resmi dilin –Rusça ve Adıgece’nin- eşit olduğuna ilişkin bir yasa halen ‘yürürlükte’. Ancak AC Parlamentosu’nda Adıgece kullanılmıyor ve konuşulmuyor. -Uygulamada eşit dil sayılması ve kullanılması öngörülen Adıge dili ise yok sayılıyor-
-AC Parlamentosu’nun iki ekranı var, birinde Adıgece yazılması gerekiyor, ancak her iki ekranda da Rusça yazılıyor. -Bu da bir yasa ihlali olmalı-
-Maykop Televizyonu Adıgece yayın için kadro açmıyor. -Sırf Maykop kenti içinde yaşayan 40 bin dolayında Adıge ve onların dili yok sayılmak isteniyor. Bu da bir saygısızlık ve tam bir sömürge politikası olmalı-
-Sadece birkaç kreşte Adıgece mevcut. -Yüzlerce kreşte, onbinlerce Adıge bebeğine sadece Rusça öğretiliyor, mükemmel bir Ruslaştırma politikası bulunmuş olmalı-
-30 yıldan beri kitapçılarda tek bir Adıgece açıklamalı sözlük satılmıyor, yok olduğu için satılmıyor tabiki.
-Adıgece seçmeli dil dersi, Adıge çocuklarının azınlığı tarafından izleniyor. Bu azınlıktaki çocukların çoğu da göstermelik bir Adıgece dersi almakla yetiniyor. -Adıge çocuklarının çoğunluğuna,biz ekleyelim büyük çoğunluğuna sadece Rusça öğretiliyor-
-Adıge gramerine (dilbilgisine) Adıgece kuralına uygun düşmeyen kurallar monte ediliyor.
-Adıge ses bilgisi üzerine yeterli çalışmalar yaptırılmıyor.
-‘Adıge Dil Kurulu’ periyodik olarak toplanmıyor.-Canları çektiği zaman toplanıyorlar, iş hafife alınıyor-
Talepler
Xase’nin talepleri arasında en çok ilgimizi çekenleri şöyle sıralayabiliriz:
-Devlet Başkanlığı için, daha önce olduğu gibi iki dili, yani Adıgece ve Rusça’yı bilme zorunluluğu getirilmeli ve bu zorunluluk anayasal bir güvenceye bağlanmalı.
-Adıgelere Adıgece’nin öğretilmesi zorunlu olmalı.
-AC Dil Kurulu iki ayda bir, gündemli olarak toplanmalı,görüşme tutanakları ve alınan kararlar yayınlanmalı.
-Devlet Başkanlığı Sekreteryası ve Parlamento kararları ve yazıları Adıgece olarak da yayınlanmalı, bu iş için Adıgece çevirmenler görevlendirilmeli, çevirmenlik kadrosu açılmalı .
-Adıgece’nin öğretilmesi işi, çağın gereklerine uygun bir standartta yeniden düzenlenmeli.
-Okullarda Adıgece yanında Kabardey-Çerkesçe/Kabardeyce yazı dili de öğretilmeli.
-Adıge Televizyonu yayınları uydu aracılığıyla diasporadan izlenecek bir yapıya kavuşturulmalı. Adıgece radyo yayını ise kesintisiz olmalı.
-Adıgelerin Adıgece yazılmış kitapları ve yayınları izleyebilecek bir eğitimden geçirilmeleri sağlanmalı.
-Trafik işaret ve levhaları ile kent, köy, cadde ve sokak adlarının ve tanıtım yazılarının/plakalarının her iki dilde –Rusça, Adıgece- yazılmaları.
Sonuç ve mektuba bizden de bir eleştiri
Metubun altında ünlü Adıge spor şampiyonu ve SSCB kıdemli antrenörü HAPAYE Arambıy’ın imzası var. Hapaye’nin bir halk sözcüsü olduğu kuşkusuz. Ancak şu sözlerine de ne demeli?
-Ne denli bir devlet desteği sağlanırsa sağlansın, zorlansa bile Adıgece, Rusça gibi gelişmiş bir dil olamaz. O halde niçin Adıgece diyoruz? Diyoruz, çünkü dil, ulusun ruhudur, biz de bir ulususuz, Rusya Federasyonu da bizi bir ulus olarak tanımış bunuyor. O halde Adıge dili de yaşatılmalı ve geliştirilmelidir. Dil ve o dilde üretilmiş olan şarkı ve şiirler ulusun gurur kaynaklarıdır. Ulus bunları duymakla gurur ve mutluluk duyuyor. Böylece birey, kimliksiz biri olmadığını, diğer tüm uluslar gibi haklara sahip olduğunu ve değişik ulusların oluşturduğu büyük bir uluslar arası aile içinde yer aldığını anlıyor, moral buluyor ve insani bir bilinci içselleştiriyor/yaşıyor.
O halde her bir toplumun bir diğerine saygı gösterdiği, sevgi ve hoşgörünün yer aldığı bir ülkeyi ve geleceğin mutlu dünyasını kurmak için dili ve ulusal kimliği yaşatmamız gerekiyor. Böylesine yüce ve insanca bir görevle yükümlü bulunuyoruz. Şu durumda Rusya Federasyonu halkları -182 halk- arasında saygı, sevgi ve hoşgörü anlayışını geliştirmemiz gerekiyor. RF sınırları içinde konuşulan dillere yeniden değer verilmesini, bu dillerin yaşama geri verilmelerini ve geliştirilmelerini sağlamak için RF ve AC yasalarını uygulamaya koymamız gerekiyor –Yasaların küçüklerin aleyhine savsaklanmakta ve çiğnenmekte olduklarını da böylece öğrenmiş oluyoruz-.
Sayın Hapaye’nin mektubunu yerinde buluyor ve olumlu kaşılıyorum. Katılamadığım nokta ise, ‘Adıgece’nin Rusça gibi gelişmiş bir dil olamayacağı’ görüşüdür. Böyle bir görüşü kabul etmek, peşinen yenilgiyi kabul etmek anlamına gelir. Rusça’yı 200 milyonun üzerinde bir nüfus konuşuyor ve kullanıyor olabilir. Bu, o dilin büyük bir nüfus tarafından konuşulduğunu ve yaygın olduğunu gösterir.
Bizse, kendi dilimize değer verirsek, kendi dilimizi, diğer gelişmiş diller gibi geliştirebilir, güçlendirebilir ve kullanabiliriz. Gelişmiş dil olmak için sayı çokluğu gibi bir koşul ise,asla kabul edilemez. Ayrıca Adıge sayısı az da değildir, gerekli özgürlük ortamı oluştuğunda Adıgece’yi konuşanların sayısı daha da artabilecektir.İ sveç, Norveç, Danimarka ve İsrail dillerini az kişi konuşur ama bu diller gelişmiş dillerden değil midirler?..
Ayrıca dıştan empoze birtakım ön yargılarla geleceğe ipotek koyamayız. Gelecek çok şeye,büyük nüfus gerektirmeyen teknolojik gelişmelere de gebedir: İletişim ve erişim olanakları durmadan artıyor ve gelişiyor, otomatik çeviri dönemi açıldı, şimdilik ağır aksak ama geleceğin çeviri tekniği muhakkak daha mükemmele doğru evrilecektir. Ünlü Türk yazarı Çetin Altan’ın dediği gibi enseyi karartmaya gerek yok.
Ziyaretim sırasında o zamanki AC Parlamentosu Başkanı L’IUJ Adam (Л1ы1ужъу Адам) şöyle demişti bana:
-Adıgelerin yarısı Adıgece okuma yazma bilmiyor, derslik ve öğretmen yetersizliği var, ayrıca ‘Ağabey ulus’ anlayışı da vardı,bunun da yarattığı engeller var”.
Önemli olanı yasal olanakları yaşama geçirmek ve engelleri bir bir ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Bu da mutlaka daha güzele doğru olmalı.
Konuya devam edeceğiz.
Not: Tire içindekiler HCY'a aittir.