Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Hapi Cevdet Yıldız
İki Yazı ve Birer Değerlendirme: Habracu Murat Özden
27 Kasım 2019 Çarşamba Saat 16:11

                                                                                                         II


Öncelikle belirteyim Murat Özden’in sülale (лIакъо) adı yanlış yazılmış, aslı Habracu değil, doğrusu “Habraço” (Хьабрацо), ama kendi seçimi, beğenisi.


Sayın Habracu’nun 13 Kasım 2019 tarihli “Çerkes davası, Rusya ve Rusya vesayeti altına girenlerin ayak oyunlarına feda edilemez!” başlıklı bir yazısı “Özgür Çerkes” internet sitesinde yayımlandı.


İddialı bir başlık.


Yazıda, Gürcistan başkenti Tiflis’deki “Çerkes Kültür Merkezi” ile Ürdün Çerkes Derneği’nin Ürdün başkenti Amman’da ortak bir sempozyum düzenlediği, sempozyuma “Çerkes Dernekleri Federasyonu” (Çerkes-Fed) ile Genel Başkanı Dr. Nusret BAŞ’ın da katıldığı; Amman’daki RF konsolos yardımcısı ile Ürdün İstihbarat eski şefinin de aralarında bulunduğu on beş kişilik, çoğu Abaza küçük bir güdümlü grubun sempozyumu protesto ettiği, bu arada  adlarını bağırarak Çerkes-Fed ile Başkanı Dr. Nusret BAŞ’ı yuhaladığı belirtiliyor.


Çirkin bir tablo.


Bu tür çirkinliklere, Adıge terbiyesi izin vermez, Adıge terbiyesi almış kişiler o düzeylere düşmezler diye düşünüyorum. Protesto, Rusya yanlısı Abazalardan kaynaklanmış deniyor. Bilindiği gibi Abhazya ile Gürcistan arasında sadece ateşkes antlaşması imzalanmış, ama savaş (Gürcistan’a göre başkaldırı, isyan) durumu sona ermiş, barış antlaşması imzalanmış değil.


***


Habracu’ya göre, ÇERKES-FED, Rusya’nın denetim altına alamadığı diasporadaki  tek sivil toplum örgütü (STÖ). Ciddi bir iddia. Sivil toplum örgütü ilke olarak, iktidarlardan bağımsız ve iktidara muhalif pozisyonda olur, varlık nedeni buna dayanır. Faşist ya da baskıcı ülkelerde ise iktidarı destekler, iktidarın bir yan kuruluşu işlevini görür, peki bizde AKP iktidarını ya da başka bir partiyi ve vakfı destekleyen STÖ’ler yok mudur? STÖ’nün pozisyonu iktidardan bağımsız ve muhalif olmayı gerektirir.


Diğer örgütlerimizden DÇB (Dünya Çerkes Birliği) ve onunla birlikte hareket eden KAFFED’e ilişkin olumsuz görüş ve yazılar var. Yazılanlara göre her iki örgüt de RF iktidarları tarafından destekleniyor ya da muhalif örgütlerden sayılmıyor. Bu takdirde her iki örgüt için sivil toplum örgütüdür (STÖ) denebilir mi? Denemez, uydu örgütler olabilirler. Bu bakımdan her iki örgüt de, sanırım güven verici örgütler olarak değerlendirilmiyorlar.


Habracu bu konuda haklı. DÇB ve KAFFED muhalefet görevini yerine getirmiyor, uydu örgütler gibi hareket ediyorlar. Bu nedenle de etkisizler. DÇB’nin RF iktidarından maddi destek talebinde bulunmuş olduğu da söyleniyor. KAFFED, DÇB’ye bağlı ve DÇB’de temsil edilen bir örgüt (dernek).


Bağımsız sivil toplum örgütü, karşısında yer aldığı iktidarlardan, teklif edilse dahi, maddi yardım almaz (uygulamadan kaynaklanıyorsa alabilir tabii. Örneğin, Türkiye’de siyasi  partilere hazine yardımı yapılıyor). Yardım alırsa örgüt bağımsızlığını yitirir. Örgüte maddi destek, dayandığı kitleden gelir.


Bir de BİRKAF (Birleşik Kafkas Dernekleri Federasyonu) var. ABD yanlısı, antikomünist ve sağcı bir örgüt olarak biliniyordu. Birkaf hala o kafada mı, çürümüş politikaları savunmaya devam ediyor mu? Bilemiyorum.


***


Çerkes-Fed’in Rusya karşıtı tutumunun zaman zaman aşırıya kaçtığını görüyor ve açıkçası tasvip etmiyorum. Dengeli davranmak gerekir. Ortada savaş durumu yok. İnsanları germeye de gerek yok.


Öncelikle şunu belirteyim, hiçbir ülke dostumuz ya da düşmanımız değildir. Rusya’nın Adıgelere (Adıgelerin en batıdaki büyük parçasına) soykırım ve toplu sürgün politikaları uyguladığını, dönüşlere ciddi anlamda izin vermediğini biliyoruz. Örneğin, dönüş talepli 1867 tarihli ve 6,500 imzalı bir dilekçeye Çar II. Aleksandr’ın “Sözkonusu bile edilemez” diye not düşüp imzaladığını da biliyoruz. İlgili dünya kamuoyu da biliyor. Rus demokratları da bunu biliyor ve kınıyorlar. Tonla yayımlanmış yazı ve belge var. Bu olgunun dünyaca daha fazla duyulması, dikkate alınması ve tanınması için elden gelen çabayı gösteriyoruz ve göstermeye de devam edeceğiz.


***


Bitmedi, şimdiki RF iktidarının Adıgeleri asimle etmek için düzenlemeler yaptığını, örneğin Adıge dillerini (diğer azınlık dillerini de) kamu alanından dışlamaya çalıştığını, Adıge dilinde öğrenimi isteğe bağlı  haftada bir iki saate düşürdüğünü elbette biliyor ve eleştiriyoruz. Bu tür faşizan uygulamaları birer demokrasi ve insan hakları ihlali, ayıbı olarak görüyor ve kınıyoruz.


Bu tür faşizanca tutum ve uygulamaları nedeniyle RF’yi eleştiriyor, konuya dünya kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyoruz. Hac yolunda su taşıyan karınca misali. Bu çabaları tek bir örgütle sınırlamaya kalkışmak doğru olmaz. Örneğin, Maykop’un ana caddesinde, tek başına elinde “Çerkes Soykırımı” pankartıyla gün boyu kınama eyleminde bulunan KHUADE Adnan’ı nereye koyacağız? Soykırımın tanınması için parlamentolara sunulan toplu imzalı dilekçeleri yok mu sayacağız?


***


Soykırımın kendisine gelince, İkinci Dünya Savaşı sonrasında terminolojiye girdi. Yahudilere uygulanan soykırım yargı yoluyla kabul edildi, karara bağlandı, Almanya özür diledi ve soykırım kurbanlarının ailelerine tazminat ödedi. Ya diğerleri?..


Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından karara bağlanmış daha başka soykırım örnekleri de var. Ruanda’da Tutsi ve ılımlı Hutu soykırımı, Bosna’da Srebrenitsa ve Jepa katliamları, vs. Liste uzar.


Daha erken bir tarihte Ruslarca işlenen Çerkes (1862-1864), Almanların Namibya’da işledikleri Herero, Hotanto ve Nama (1904-1907) ve Ermeni (1915) soykırımları, 1937-38 Dersim Alevi Katliamı için alınmış yargı kararları yoktur, çünkü o dönemlerde o tür suçlar uluslararası hukukun konusu olmamışlardı, ayrıca kamuoyu şimdiki düzeyde duyarlı hale gelmemişti, suç işleyenin yanına kâr kalıyordu.


***


İkinci Dünya Savaşı öncesi soykırımları için ülke parlamentoları tarafından alınmış, ama yaptırımı olmayan, kınama ve tavsiye niteliğinde kararlar var. Anma düzeyinde kalıyorlar. Ama  ülke yönetimleri işlenen suçları yadsıma ya da duymamış olma yolunu seçiyorlar.


Uluslararası hukuka ve ülkelerin kendi ceza yasalarına göre soykırım suçu insanlığa karşı işlenmiş ve zaman aşımına bağlı olmayan bir suç olarak kabul ediliyor. Ancak, günümüzde de insanlığa karşı işlenmiş ve bir yargı kararına bağlanmamış suç sayısı da çok, o türden suçlar hala işlenebiliyor, Myanmar Arakan örneği gibi. Gelecekte süreç, soykırıma uğrayan halklar yararına geliştirilebilecek midir, bilemiyoruz.


Bu bakımdan soykırım, etnik temizlik ve toplu sürgün gibi, geçmişe ilişkin yaptırımı olmayan suçları öne sürerken bozuk plak gibi takılı kalmamak, gelişmeleri takip etmek ve diğer güncel sorunları kenara itmemek de gerekiyor.


***


Güncel sorunlar olarak, örneğin Adıgelere, ülkelerinin yer aldığı RF’ye (Adıgey, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar cumhuriyetleri ve Krasnodar Kray’a) dönüş izni verilmiyor, önemli bir sorun. Oysa İspanya ve Portekiz 1490’larda kovduğu , ülkelerinden gitmeye zorladığı Yahudilere dönüş izni ve çifte yurttaşlık hakkı tanıdı. Üstelik Yahudiler o iki ülkenin yerlileri değiller, Filistin kökenliler.


İsteklerimizi çoğaltabiliriz: Diasporada yaşayanlara RF tarafından çifte yurttaşlık verilmesi, federe birimlerin yetkilerinin artırılması, içişlerine karışılmaması, eğitim uygulamalarının RF Hükümeti ile yerel hükümetler tarafından birlikte/ortaklaşa düzenlenmesi, resmi diller üzerindeki kısıtlama ve baskıların kaldırılması, cumhuriyetlerin yetkilerinin RF Federasyon Sözleşmesi ile RF Anayasasına uyumlu hale getirilmesi, vd.


Havanda su dövülmemeli, cadı avına çıkılmamalı, elle tutulur ve yapılabilir şeyler üzerinde durulmalıdır.


***


Habracu, “Bizim Rusya ile kapanmamış bir hesabımız var. Rusya'dan işlemiş olduğu tarihi soykırımın hesabını soracağız. Soykırımı tanıması, tazminat ödemesi ve topraklarımızı iade etmesi için gerekli siyasi mücadeleyi vereceğiz” diyor.


Stalin’e Vatikan, Papa demişler, o da “Kaç tümen askeri var?” demiş. O hesap.


Kişi ve dernekler olarak RF’den hangi hesabı sorulabiliriz? 45 milyonluk Ukrayna sorabilmiş mi?.. Bağırta bağırta kol ve bacaklarını koparıp aldılar.


Ciddi, ayakları yere basan politikalar oluşturmalıyız.


***


Gürcistan’ın “Düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerek Çerkes soykırımını tanıdığını da söylüyor Sayın Habracu. Bu da işi basitleştirmek olmaz mı? Gürcistan’ın durumu o hale düştüyse, vay haline...


Düşman olanlar Rusya ile Gürcistan’dır, Çerkesler  taraf değildir. Gürcistan Parlamentosu savaş ortamında, Çerkes sivil toplum örgütlerinden uygun zamanda gelen talepleri dikkate aldı, Rusya’yı kınayıcı bir jestte bulundu ve Çerkes Soykırımın tanıdı. Minnettarız.


Türkiye dahil, hiçbir İslam ülkesi Çerkesler için böyle bir jestte bulunmadı. Duyarsız kaldılar. Onlar için Çerkesler sadece aritmetik bir sayı olmalı. Yine de, düşmanlık başka bir şey.


Belirtelim, düşmanlar ya da kötü kişiler arasında dostluk ilişkisi olmaz, sadece işbirliği olur, dostluk ilişkisi iyi insanlar arasında, doğru ilkeler temelinde kurulur. Ülkelerin daimi dostları ya da düşmanları olmaz, çıkarları olur. Örneğin, Batılı ülkelere ve Sovyetlere saldıran Nazi Almanyası için, “Düşmanımın düşmanı dostumdur” ya da Hitler Almanyası için dostumuzdu diyebilir miyiz? Asla. Birçok ahmak ya da çıkarcı, Nazi işgalcilerle işbirliği içine girdi, birçok insanın kanına girdi, sürülmelerine, bazı cumhuriyetlerin fesh edilmelerine neden oldu. Adıgeler de bu badireden kıl payı kurtuldular, ama kabak Adıge-Şapsığların başında patladı, okkalı bir tokat yediler, birçokları soluğu Sibirya’da aldı, ülkeleri (ulusal rayon) elden gitti, nüfusları minyatürleşti. Dolayısıyla ‘düşmanımın düşmanı dosttur’ biçiminde bir evrensel ilke olamaz. Faşizm her koşulda düşmandır, dost olamaz. Bu tür bir deyim, soykırımı tanıyan Gürcistan’ı da, Parlamentosunu da incitir.


***


Sayın Habracu, Abhazya konusuna da değiniyor. “Özellikle diasporadaki Abaza kardeşlerimizin basit provokasyonlara kapılıp, meselelerin önünü-sonunu bilmeden ve düşünmeden Rusya’ya yarar sağlayacak şekilde Çerkes kardeşlerine saldırmaları ise gücümüze gidiyor” diyor.


Günaydın, yeni mi öğreniyor?!


Şu noktayı iyi vurgulamak gerekiyor. İlk Abhaz yazarı GULİA Dırmit “Ben önce Adıge’yim, sonra Abhazım” diyordu. Herhalde bir bildiği vardı, soylu bir kişilikti. Yazarlar, şairler ve sanatçılar ulusun düşüncelerini yansıtır, geleceği daha net olarak öngörürler. Şimdiki Abhazlar ise maalesef başka bir kulvardalar, “Evvela ben” diyorlar, bunu Adıgelere karşı söylüyorlar, Çerkes Soykırımı ve Soçi Olimpiyadı örneklerindeki tutumlarından da bunu anlıyoruz. Üzülüyoruz, ancak Adıgelerin bu koşullarda onlara verebileceği politik bir destek söz konusu olabilir mi? Dürüstlük gerekir.  Sayın yazarın dediği gibi Abhazya-Gürcistan arasında bir yakınlaşma önerisini  biz de desteklemek  isteriz.


Ancak gerçekler ortada. Yakınlaşma olasılığı çok zayıf, çünkü zor bir sorun var. Gürcistan’a sığınmış 200 bin üzeri Abhazyalı Gürcü nereye konacak? Yok mu sayılacak. Bektaşi’nin dediği gibi “Ben yaptım, oldu” mu denecek? Ayrıca Türkiye’deki Abhaz nüfus Adıgeler gibi Kafkasya’dan zorla çıkarılmış, ağır zulme uğramış bir nüfus değil, yeni bir yurt, ülke arayışı, bir başka ülkenin yurttaşı olma niyetiyle ülkesini terk etmiş, Türkleşmeyi yeğlemiş bir nüfus. İstisnaları olabilir. Bosna ve Kosova’dan Türkiye’ye göç edenler ne gibi düşüncelerle gelmişler? Bunu da bilmek gerekir. Baskı gören birçok Avrupalı topluluk ABD, Kanada ve Latin Amerika ülkelerine yeni bir ülke (vatan) ve zengin olma özlemi ve  arayışı içinde göç etti, geri döndüler mi? RF Adıgelere dönüş engeli koyuyor, eski ülkelerine dönüş yolu kapalı. Abhazlar için dönüş destekleniyor, ama Abazalar  eski yurtlarına dönmüyorlar. Niye? Farkı ve nedeni kim açıklar?..


***


Abhaz sorununun çözümü için, öncelikle dönüş, Abhazya’da güçlü bir Abhaz nüfus birikimi, varlığı gerekiyor. 100-150 bin Abhaz ile bu iş zor. Abhaz ordusunun mevcudu 2.500 imiş, 2.500 de yedek, hepsi 5.000, savaş durumunda sayı 50 bine çıkacak deniyor. Olabilir şey mi? Herhalde Ermeni ve Rusları da silah altına alacaklar.


RF desteksiz bir Abhazya yaşayabilir mi? 3,7 milyonluk Gürcistan karşısında.


Taşıma su ile değirmen taşı dönmez. Abhazlar direkt 50 bin askeri silah altına alacak bir güce erişirlerse, Gürcülerle eşit ve barışçıl bir zeminde bir çözüm yolunu arayabilirler. Dahası kendilerini savunabilirler. Dileğimiz de bu.


Son söz olarak şunu belirteyim, Habracu’nun dediği gibi, Çerkeslerin davaları elbette Rusya’nın veya herhangi bir ülkenin vesayeti altına bırakılamaz, bağımsızdır. Sorun uluslararası hukuka uygun düşecek bir  biçimde ele alınmalıdır. Haklı taraf Adıge-Çerkeslerdir.


RF’deki Çerkesler, elbette RF yurttaşlarıdır, RF yasaları ve kendi cumhuriyetlerinin yasaları, herkes gibi onları da bağlar. Ancak bu insanlar tutsak değildirler, Federasyonun eşit haklı özgür yurttaşlarıdır. En azından yasal durum öyle.


Bütün bunları dikkate almalı, ortamı gerecek davranışlardan kaçınmalıyız derim. Önerilerimiz olumlu ve yapıcı olmalı.


Bu yazı toplam 4103 defa okundu.





Bu yazıya yorum eklenmemiştir.
Sitemizin hiçbir vakıf, dernek vs. ile ilgisi yoktur. Sitede yayınlanan tüm materyallerin her hakkı saklıdır. Sitemizde yayınlanan yazı ve yorumların sorumluluğu tamamen yazarına aittir.
Siteden kaynak gösterilmeden yazı kopyalanamaz.
Copyright © Cherkessia.Net 2009 İletişim: info@cherkessia.net