Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Açumıj Hilmi
Zedetiyep Yahu, Zedetiyep!
18 Şubat 2010 Perşembe Saat 17:48

Adıgey’de hemen hemen her ailenin şehrin yakınlarında, beş-altı yüz ile bin metrekare arasında değişen büyüklükte arazileri var. Bu araziler devlet tarafından dağıtılıyor. SSCB yaşarken, kurduğu düzen iyisi-kötüsü ile işlerken bu bahçelerin büyük çoğunluğu insanlara dağıtılmış. 

Şehrin içerisindeki evlerin dağıtımı ile benzeşen esaslarla düzenlenmiş bir sistemle dağıtılmış bu arazi parçacıkları üzerinde ufak ufak evcikler, kulübecikler var. Rusça ‘daça’ denilen bu evlerin bir benzeri Osmanlı dönemi İstanbul’unda da yaygındı. Dönemin yaşamını anlatan eserlerde ‘bağ evi’ diye anılan şey. 

SSCB döneminde yapılıp halka dağıtılan evler;  benzer statüdekilerin bir arada oturmasına vesile oluyordu. Mesela mahallenin birisindeki evler yazarlara, diğerindeki bir fabrikanın çalışanlarına dağıtılıyordu. Bağ evleri de aynı şekilde dağıtıldığı için günümüzde şehre uzaklıkları aynı mesafede olmasına rağmen farklı zenginlik belirtileri gösteren bağ-evlerinden oluşan küçük-küçük yerleşim birimleri kentlerin etrafını kaplamış durumda.

Osmanlı’nın dağılması ardından Türkiye’deki sosyal ve ekonomik paylaşım dengesinin tamamen altüst olması dolayısıyla bu geleneğin günümüze kadar uzayan bir devamı yok. 1970’li yıllardan sonra şehirlerde gelişen varlıklı kesim ise bu gelenekten kopuk ve dünün köylüleri oldukları için bağ-bahçe işinden ziyade kendileri ile eş gelire sahip olanların bir arada oturduğu siteler inşa etmeği daha uygun gördüler. Köylü geçmişleri, saklamağa çalıştıkları bir şey olduğu için de Rusya’da hala varlığını çok canlı olarak sürdüren ‘bağ-evi’ yaşantısının benzerini yaygın olarak oluşturmadılar.

Rusya’da bu bağ evleri varlıklarını sürdürmeğe devam ediyor. Çünkü hemen hemen toplumun şehirli kesimi içerisinde bağ evine sahip olmayan yok denilecek kadar az. Bağ evlerinin dağılımı günümüzde gelir seviyesi ile de alakalı bir dağılım gösteriyor. Mesela daha önceleri Komünist Parti yöneticilerine ait bağ evleri günümüzde onların, yeni sisteminde yöneticileri olması sebebiyle dikkat çeken güzellikteler. Diğerlerininki de eski yapının günümüze yansıması şeklinde.

Zamanında bu bağ evleri sadece kişinin statüsü ile alakalı olmamak kaydıyla da dağıtılıyordu. Sağlık problemleri de dağıtılmalarında esas teşkil ediyordu. Mesela Adıgey’de yazın tüm arazilerde yaygın olarak yetişen ‘ambroza’ isimli bir bitki alerji yapıyor. Ambroza bitkisi grip benzeri alarjik bir rahatsızlık veriyor. Bu bitki ovada daha erken yetişirken yüksek yerlerde daha geç yetişiyor.  

Ambroza’ya karşı alerjisi olanlar için dağlık kesimde bağ evleri yapılıp dağıtılmış. Nefes darlığı olanlar için bir başka yerde, bir başka rahatsızlık içinse bir başka yerde... Kısaca toplumun her kesimi için, her türlü ihtiyaç için bağ evleri oluşturulmuş.

Yurtdışından anavatana geri dönenlerde, geldikleri ülkelerde bu gelenek yok olduğu için bağ evlerine ilgileri buradaki halka göre farklı. Onlar daha ziyadesi ile şehre en yakın yerlerde veya kendilerinin öngördüğü; ‘şehir bu tarafa doğru gelişir, iyi bir yatırım olur’ mantığı ile bağ evleri satın alıyorlar.  Yerli halkın kullandığı gibi kullanmıyorlar. Mesela onların arasında da ambroza bitkisine karşı alerjisi olanlar var. Şehrin etrafında bu bitki yetiştiğinde alerjisi olanlar henüz bitkinin yetişmediği yüksek bölgelerdeki bağ evlerine bir-iki haftalığına gidiyorlar.  Tatillerini yıllık izinlerini bu döneme denk getiriyorlar. Bizimkiler ise şehrin yakınlarında yatırım amaçlı aldıkları bağ evlerine gidemiyorlar. Bu dönemde bitki en çok oralarda yetişiyor.

Adıgey dışında da, hatta tüm Rusya’da bu yaşam tarzı çok yaygın olarak benimseniyor. Bulunan her fırsatta buralara gidiliyor. Kimisi bağ-bahçe ekiyor, kimisi bağ evinin bahçesine yüzme havuzu yapıyor, diğeri ise çiçek bahçesine çeviriyor. Bazı bağ evlerinin bulunduğu bölgeler ise tamamen harap olmuş durumda, bazıları ise üzerinde ufak-ufak saraylar olan özenilesi yaşam alanlarına dönmüş durumda.

Bizimde böyle bir bağ evimiz var. Ev dediğime bakmayın üzerinde ufak bir kulübecik olan dokuz yüz metrekarelik bir arazi. Komşularımız kitap basımevi çalışanları genelde. Bazıları onların çocukları, bazıları ise köyden yeni gelmiş şehirde ev alacak ekonomik güce sahip olmayan aileler.  Şehire de oldukça yakın. Bu yüzden yapısı gün geçtikçe değişiyor. Fakat şu anki hali benim çok hoşuma gidiyor.

Yaz-kış demeden bulduğumuz bütün boş vakitleri burada geçiriyoruz. Özel günlerde de hep buradayız. Kurbanları bu bağ evinde kesiyor, yaş günlerini yazsa bahçede kışsa kütür-kütür yanan sobanın başında kutluyoruz.

Birde ben köy kökenliyim. Kökenimden de çok memnun ve barışığım. Köyde doğup büyümenin benim yaşamımdaki önemi çok büyük. Şehirde yaşayanların aksine, daha Çerkes (Adıge) olarak kalmamı sağladığı için, bu gün yaşadığım topraklara gelmeme vesile olduğu için köylülüğümle gurur duyuyorum.

Köyde doğup büyüdüğüm için, Çerkesliğimi (Adıge)liğimi dernek efsanelerine borçlu olmadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Ne mi demek istiyorum? Örneğin benim için lheperuş, zefak’o,  ç’apş mahalli oyun değil, asli oyun. Kafkasya’nın bilmem neresindeki bilmem hangi halkın oyunu ne kadar güzel olsa da ne kadar bizim Çerkes (Adıge)lerin oyunlarına benzeseler de, derneklerde öne çıkartılsalar da bana o kadar tat vermiyor. Babalarımızın dedelerimizin dediği gibi (Ruslar, Kazaklar vasıtası ile onlar ilk defa bu oyunlarla tanışmış ama benimsememiş olduklarından) kazaska diye de adlandırmıyorum. Benim zevkime hiç hitap etmiyorlar.  Hatta bu oyunlar artık derneklerde (tüm üyeleri Çerkes olanlarında bile)  esastan sayılıp, bizim özbeöz kendimize ait olan güzellikler mahalliden sayılmağa başlanmış... Yazık, yazık kendine yabancılaşmak için her türlü yolu-yöntemi izlemek, yazık...

 

***

Bağ bahçe işleri ile uğraşmaktan çok hoşlanıyorum. Dönümlerce, hektarlarca olmadan, bir evlek yerde çiçekten meyveye-sebzeye kadar her şeyi yetiştirmeğe çalışıyorum. Benim ki birazda eğlencelik. Toprağa dokunduğumda, yeni bir fide diktiğimde, yetişen ürünlerden kopartıp yediğimde mutlu oluyorum.

Ektiğiniz, diktiğiniz şey ne kadar az bile olsa devamlı ilgi istiyor. Yaz-kış demeden hep eliniz üstünde olsun istiyor. Şubat ayında değilmişçesine iki üç gün üst-üste havalar sıcak olunca; aslında yapabileceğim çok şey olmamasına rağmen daçaya (bağ evine) gittim.

Geçen yıldan bahçede kalan bitkilerin kurumuş köklerini saplarını temizlerken kuş sesleri duyuluyordu. Bu mevsimde öten bir kuş var ki yapmanız gerekenleri söylüyor; -t’e, -t’e, -t’e  (belle, kaz) diyerek ötüyor.  Ona hiç kızmadan dediklerini yapıyorum. O kuşun ötmesi mevsimin geldiğini anlatıyor. Size yapmanız gerekeni hatırlatıyor. Kendisinin hiç bir şey yapamayacağını bildiğiniz içinse önemsemeden dediklerini yapıyorsunuz.

Yıl içinde öten başka kuşlarda var. Bir tanesi daha va rki; ona ben çok kızıyorum. Tam çalışmağa başladığınız tohumu tarlaya atmağa başladığınız, fideleri dikmeğe başladığınız zamanda ötmeğe başlıyor. Serçe kadar küçük ve ufak sürüler halinde bahçenin etrafında üzerinde uçuşuyorlar. Hiç durmadan ‘zedetiy, zedetiy, zedetiy’ (hepimizin ortak malı, hepimizin ortak malı) diye ötüyorlar. İşte onlara kızıyorum. Yiyecekleri, benimle ortak olacakları şeyde o kadar çok değil. İmalı, imalı ‘sen çalışta biz sana ortak olmasını biliriz’ diyerek ötmeleri beni kızdırıyor. Serçelere bir şey demiyorum.  Gelip bellediğim yerdeki börtü-böcekten yiyorlar, tırnakları ile ardımdan toprağı eşeliyorlar. 

‘Zedetiy’ kuşları ise ne bellenmiş tarla ile ilgileniyor, nede tırnakları ile bir şeyler eşeliyorlar. Sadece ‘zedetiy, zedetiy’ diyerek başınızın üzerinde uçuşuyorlar. Ektikleriniz, diktikleriniz yetişirse size ortak olmak niyetleri. ‘Zedetiyep’ (hepimizin ortak malı değil) diyerek bağırsanız da bir faydası yok. Onlar bildikleri gibi ötmeğe devam ediyorlar.

Bizim bağ evinin çatısında yuva yapan bir baykuş ailesi de var. Onlardan bu ekim, dikim döneminde hiç ses çıkmıyor. Sessiz sessiz kendi yuvalarında oturuyorlar. Ama ekip diktiklerim biraz yetişmeğe başladığında, havalarda iyece ısınmış olduğu dönemde onlar başlıyor. Özellikle dişi olanının bağırtısı moral bozmağa yetiyor. Kığaç’, kığaç’ diye kulakları tırmalayan bir sesle akşamüzerleri bağırdığında, benimle dalga geçtiğini düşünüyorum. Eskiden Adıge(Çerkes)ler, o -kığaç’ diye öttükçe ‘-çıkart, evden birisini çıkart, birisi ölsün’ demek istediğini, beddua ettiğini düşünüyorlardı. 

Ben biliyorum ki o beddua etmiyor sadece benimle dalga geçiyor. Kığaç’ diye öttükçe (yetiştir, yetiştir ne işe yarayacaksa) diyor. Tabii benim yetiştirdiklerim onun bir işine yaramayacak ki.  Onun gözü meyve sebzede değil. Benim yaptıklarım bu yüzden ona hep boş geliyor. İşe yaramaz bir uğraşım olduğunu düşünüyor olmalı ki kığaç’, kığaç’ diyerek başımın üzerinde ötüyor. Dalga geçiyor.

Her şeye rağmen bahçede çalışmaktan hoşlanıyorum. 

O kuşlarda istedikleri kadar -zedetıy, -kığaç’, kığaç’ desinler ben yine bildiğimi ekiyorum...


Bu yazı toplam 4140 defa okundu.





Bu yazıya yorum eklenmemiştir.
Sitemizin hiçbir vakıf, dernek vs. ile ilgisi yoktur. Sitede yayınlanan tüm materyallerin her hakkı saklıdır. Sitemizde yayınlanan yazı ve yorumların sorumluluğu tamamen yazarına aittir.
Siteden kaynak gösterilmeden yazı kopyalanamaz.
Copyright © Cherkessia.Net 2009 İletişim: info@cherkessia.net