Matriona’nın Evi adlı hikâyesinde ‘’her köyün onu ayakta tutan bir doğrusu vardır’’ diyor Nobel ödüllü edebiyatçı Soljenitsin.
Toplumu ayakta tutan doğruyu kimlerin, nasıl belirlediği sorusunun kendisi ise günümüz insanının üzerinde en çok kafa yorduğu ve çözüm üretmeye çalıştığı bir sorun kaynağı olmuş durumda. Çünkü yeni nesil insan tipi, hayatın akışı üzerinde kesin bir bilgi/yargı edinme telaşı veya hâkimiyet kurma endişesi taşımaktadır. Önceleri bu durum pekte böyle değildi, kutsal buyruklar hayatı anlamlandırmada ve idame ettirmede yeterli gözüküyor; kader denilen tanrı yazgısı, her değişkenin başlıca sorumlusu oluyordu.
İşte adına demokrasi denilen bir dizi usul ve kaideler zinciri birazda bunun için üretilmiştir. Ülkesel hayata yön tayini, topluma beka ve refah kazandırılması işinin herkesimin katılımına açık, barışçıl yollarla becerilmeye çalışılmasıdır demokrasi. İnsanın yaşadığı hayatı bir dereceye kadar da olsa kontrol edebilmesi uğruna yapılır seçimler; yani ayakta kalabilmenin doğru yolunu bulabilmek için.
Türkiye 07 Haziran seçimine oranla sakin geçen bir politik atmosferde yaptı 01 Kasım seçimini. Türkiye’nin bugünü-geleceği ve sorunları konusunda yapılan tartışmalar medeni bir şekilde cereyan etti. Bunda kuşkusuz en büyük pay iktidar partisi başkanının politik dilini diğer siyasi parti liderleriyle sokak kavgasına tutuşma eğiliminden uzak tutmasıdır. Akademisyen kimliğini daha fazla öne çıkartan bir gösterim çizen Davutoğlu, küçük RTE rolünü oynamaktan sıyrıldığını belli ederek siyasi rüştünü ispat etme yoluna girmişti. Ancak kendisi bile bu kadar net bir seçim zaferi beklemiyor olacaktı ki, seçimi Ankara genel merkez yerine baba ocağı Konya’da izlemeyi tercih etmişti.
Gerçi doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesinde Haziran seçimlerinden hemen sonra, çözüm sürecinin bitirilip fiili ateşkesin bozulması ile başlayan hareketlilik ve başarılı askeri operasyonlar sonucunda Davutoğlu, terörle mücadele konusunda gösterdiği kararlılık ile siyasetin ‘’bu tarafına’’ yeniden erkeksi bir yaklaşım getirdi. Bu rol model açıkçası toplumun hâkim ana kitlesi üzerinde belli bir karşılık da buldu. Bazıları hiç kusura bakmasınlar ama meskûn mahallerde hendek kazıp ardında roket atarla nöbet tutmak -onlara göre- ne kadar demokratik bir hak ise, devletin bu barikatları topa tutması da -bu tarafa göre- o kadar meşrudur. Bu ceberut devletin geri dönüşü demek de değildir. Doğası gereği devlet, sınırları içerisinde kendinden başka kaba kuvvete dayanan bir ortak kabul etmez, yoksa zaten devlet olarak kabul edilmez.
Neticede demokrasinin kendisi bile anarşi ile totaliterlik arasındaki bir krizden veya dengeden ibaret değil midir? Bir yanda olabildiğince geniş bireysel hak ve hürriyetlerin geliştirdiği tercihler yelpazesi üzerinde uzlaşılması zor bir anarşi yaratırken, öte yanda seçimler yolu ile belirlenen bir takım ‘’köyün doğrusu’’ modellemelerinin, tarafgir olmayan diğerleri üzerine bindirdiği çoğunluk baskısı psikolojisi. Bu travmaları ucuza atlatmanın en güzel yolu tabiî ki yapıcı düşünmek ve diyalog kanallarını açık tutmaktır. Olumlu düşünmenin başlangıcı ise herkesin ve herkesimin bu ülkenin sahibi olduğunu ve siyasetleri ile bu ülkenin iyiliğini istediğini açıkça idrak edebilmekten geçer. İdrakin konusu ise temelde herkesin aklının eşit olduğunun ayırdına varmakta gizlidir. Toplumun toplam aklı, tek tek en zeki bireylerin ya da kimi cemiyetlerin toplam aklından her zaman daha üstündür.
Demokrasiler seçim yapmaktan ibaret değilse de seçimler birazda bunun için yapılır, ortak akıl denilen kanıyı bulmak için yani. Seçimler sonucunda görüşü-düşüncesi beğenilmeyip kazanamayanlar ise gerçekte aynı sürecin hala bir parçasıdır. Çünkü toplam akla en büyük destek yapıcı-akılcı ve akıcı bir muhalefet organından gelir. Ki muhalefet olmak başka düşman olmak başka bir durumdur. Türkiye’de muhalefetin en ağır sorunu, muhalif olmanın dayanılmaz hafifliğine kendini kaptırıp sürekli düşmanlıklar üretmesidir. Muhalefet partileri siyasal disiplinlerini düşmanım o halde varım kolaycılığından, ünlü filozof Descartes gibi düşünüyorum o halde varım söylemine yükseltmelidir.
Seçimler sonunda Türkiye’nin siyasal eğiminin nereye kayacağı sıkça tartışılan bir konu oldu. Peşinen söylemek gerekirse Türkiye’nin iç dinamiklerinin bölgesel politika oluşturmada tek başına yeterli olmayacağı aşikârdır. İç ve dış politika bir bütündür. Özellikle Suriye meselesi gibi değişik yönleri ile Türkiye’yi derinden etkilemeye devam edecek olan meseleler halledilmeden önce iç politika gereken ağırlığı kazanamayacaktır. Pandora’nın kutusu haline gelmiş olan bu çözümsüz konuda Türkiye’nin daha fazla içeriye girmekten, yani müttefiki olabilecek Arap ve Türkmen milisleri desteğinde Suriye’ye askeri müdahale yapma seçeneğinden başka çıkar yolu kalmamış, alternatif çözümler hızla tükenmiş veya tüketilmekte gözükmektedir. Büyük göçlerin ülkeleri, medeniyetleri yıktığı tarihin bir sabitesidir, o halde Türkiye bu konuya acilen çözüm üretmek zorundadır.
Diğer bir sorun silahlı Kürt terörüdür. AKP’nin militarist bir siyaset diline kayması bahanesi ile Türk milliyetçiliğinin hortlamasından ürperen kitleler aynı kaygıyı Kürt milliyetçiliği içinde besledikleri sürece haklıdırlar. Ancak AKP’nin milliyetçi çizgisinde dozajı belirleyecek olan Kürt milliyetçisi partinin (HDP) siyasal söylemidir. Aksi durumlarda yani milliyetçi ideolojilerin devlet ve siyaset eli ile yayıldığı bir tespit ise, resmi tarihi ile barışık olmayan ana kitle Türk etniğinin durduk yere milliyetçi ideolojiyi benimseyecek olması düşünülemez. Kaldı ki eğer Türk halkı milliyetçiliğe prim verecekse bile orijinalinde milliyetçi olan MHP’ye yönelmesi gerekir. Aslı dururken çakma milliyetçi, dinci vs. partilere halk itibar etmez. Bu bakımdan belli çevreler tarafından bir heyula olarak yayılmaya çalışılan Türkiye’nin faşizme kayma tehlikesinin gerçekte karşılığı yoktur.
Fakat bu senaryoları yani ‘’faşizm, iç savaş, diktatörlük tehlikelerini’’ ve benzerlerini üretip yayan çevreler, Türkiye’nin bu yollara tevessüle etmesini arzulayan kör muhalefet kesimleri veya bağımsız harekât kabiliyetine erişmek isteyen Türkiye’nin bölgedeki jeopolitik manevra alanını kısıtlamaya çalışan bölge dışı aktörlerin kendi çıkarları uğruna faaliyet gösteren yerel uzantılarıdır. Her ne olursa olsunlar AKP, 07 Haziran seçimlerinden önce kendisine oy ve itibar kaybettiren bu tuzaklara belli orada da olsa düşmüştür.
Hrant Dink, mensubu olduğu Ermeni dünyasına hitaben ‘’Türk düşmanlığı ile kendilerini zehirlediklerini’’ bu zehirli kanın boşalması ile Ermenilerin kendilerini ve dünyalarını daha iyi hale getirebileceklerini vazeden mealde cümleler sarf etmişti. Çok doğruydu söyledikleri, milletler birbirine düşman olamazlar, kültürler, halklar ve insanlar, devletlerden ve ideolojilerden çok farklı olgulardır. Bizim içimizde de kafamızın içini zehirlemek isteyenler var. Sırf Türk ya da devlet düşmanlığı ile siyaset yapmak isteyen ve bunu da sol muhalefet jargonunun ardına sığınarak yapmaya çalışan, köhne ideolojileri parlatmaya uğraşanlar var.
Bunlar doğru ve Çerkeslerin ihtiyacı olan türden siyasi yaklaşımlar değildir. Yenidünya da ideolojik körlüğe saplanmanın pek bir anlamı da kalmamıştır sanırım. Biz diaspora Çerkeslerinin payına siyaset teorisinde Türkiye’nin yeni döneminde reformlarına destek olmak ve demokratik bir anayasa yapımı çalışmalarına öneri getirmek ile pratikte kısa dönemde TRT-Çerkes TV’nin açılması ile 21 Mayıs 1864 Çerkes Soykırım ve Sürgününün TBMM tarafından tanınmasını sağlama yönünde faaliyetler icra etmek düşüyor. Dünya ve benzeri Türkiye halkları gibi şüphesiz Çerkes halkı da kendisini ayakta tutacak doğruyu bulmakta her zamanki kadar mahirdir.
Türkiye'de demokratik gelişme süreci tıkanmış durumda. Bundan AKP iktidarını sorumlu tutmamak doğru olmaz. Muhalefetin güçsüz olduğu da doğru.
Erdoğan iktidarı ülkeyi şaşkına çevirdi. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında AKP oylarında 9 puanlık bir oynama oldu. Kaç milyon oy eder bu?..
Demek ki raylar yerli yerine oturmamış.
Davutoğlu, muhalifleri açısından sevimsizleşmiş Erdoğan'a oranla daha sempatik bulunan biri. Erdoğan'a göre daha bilgili bir olduğu da kuşkusuz.
Durum nasıl gelişecek? Sular durulmuş, berraklaşmış değil. Karar vermek için erken.
Sınır ihlali nedeniyle bir Rus uçağının düşürülmüş, paraşütle atlamakta olan pilotunun rejim muhalifleri tarafından öldürülmüş olması üzücü. Bir üzücü olay da barış savunucusu Tahir Elçi'nin suikast sonucu öldürülmüş olmasıdır. Sorumlular ortaya çıkarılacak mıdır? İktidar ve polis isterse sorumlular bulunur. Polisin ve mitin uçan kuştan haberinin olduğu söylenir. Bunlar da iktidara bağlıdır.
Bu bakımdan iktidar güven telkin etmiyor, bir dizi cinayet ve katliamın sorumluları açıklanmıyor ya da saptırılıyor.
Böylesine bir iktidarın, sıkıştırılmadığı sürece demokratik değerlere dönüş yapacağı beklenebilir mi? 14 yıllık iktidar boyunca ülkede bir neler yapıldığı, eğitimin nasıl berbat hale getirildiği, yargının durumu ortada.
Bir beklenti de, iktidarın Batıya, ABD ve AB desteğine ihtiyaç duyacak duruma düşmesi.
Suriye krizi, Rus yaptırımları, Kürt meselesi, vs. Batının desteği sağlanmadan bu sorunlar aşılabilir mi?
Kürt sorununa gelince, şahsen bu sorunun adil bir biçimde ya da evrensel kurallara göre çözümlenmek istendiğinden kuşkuluyum. İki tarafın iddiaları zıt. Hendekler kazılmamalı, doğru. Bunun karşılığa da tanklar ve zırhlı araçlarla kentleri kuşatmak ve sivil nüfusu hedef almak, insan hakları ihlalleri olmamalı.
Bilindiği gibi etnik sorunlar, özellikle Batı dünyasında silahla çözülmüyor. Barışçı çözüm için proje sunmak öncelikle iktidara düşer. İktidar sözünde durmazsa ne yapılabilir?
Dolmabahçe Mutabakatı bir proje idi ama masa devrildi. Neden? Mutabakattan niçin cayıldı?
Bunları açıklamadan bir tarafı suçlamaya kalkışmak en basitinden inandırıcı olabilir mi? Saygılar.
80 sene SSCB den dem vurdunuz, güyaa halkların hamisi SSCB sayesinde Çerkesler rahata erecekti, dönüş olacaktı filandı falandı....görüldü ki hepsi ham birer hayaldi.
komünist şeytanlık çökünce, bu sefer de SSCB zaten sosyalist değildi Stalinist diktatörlüktü diye ağlamaya başladınız...
sanki sosyalizmi lenin den, stalin den daha iyi biliyormuş gibi... stalin den, lenin den daha iyi birer sosyalistmişsiniz gibi,,, sanki sosyalizm için onlardan daha çok mücadele etmişsiniz gibi veryansın ettiniz.
işiniz bu, sizler daha iyi bir şey yapamazsınız. herkesten ve her şeyden şikayet etmeyi siyaset yapma zannediyorsunuz. şımarık çocuklar gibisiniz.
evet, türkiye nin bir şansı var. akp ideolojik bir parti değil çünkü. belki eklektik, belki biraz da pragmatik. Inci Mahvettin in çuval dolusu yanlışı vardır ama en azından sizin PUTOCAN kadar Çerkeslere olumsuz bakan birisi değil.
siz putinistler, bir zahmet rica edin de, antep de mülteci kamplarında kalan Çerkesleri Inci NİKOLAY PUTOCAN anavatanlarına alsın.
SSCB çöktüğünde azınlıklara biraz tolerans gösteren Rus, biraz toparlayınca yeniden vahşileşti. rus şimdi de aynı rus. rusya'nın devlet yönetim anlayışı değişmedikten sonra da Çerkesler feraha eremeyecekler.
suç sizin zannettiğiniz gibi çerkesler de ya da türkiye de değil, suç rusya da, suçu sorumlusuna mal ederek çözebilirsiniz, sizin yaptığınız gibi türk ve müslüman düşmanlığı ile bir yere varamazsınız.
evet, sık sık söylediğiniz gibi çok marifet var insanda. ama sizde hiç bir şey yok.
boş TENEKE (demir değil) kutusunuz....tangur...tungur...