Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Hapi Cevdet Yıldız
‘Çerkes Soykırımı ve Çerkesler’ Konulu Bir Söyleşi – 4
15 Mayıs 2015 Cuma Saat 17:26
Bundan önceki üç yazıda, Avukat ve araştırmacı yazar Sefer Berzeg ile akademisyan ve yazar Halit Kakınç’ın Pelin Batu moderatörlüğünde “Bugün TV” de katıldıkları bir söyleşi üzerine eleştiri ve değerlendirmelerde bulunmuş, genel olarak Kafkasya tarihine değinmiş, özel olarak da Çerkeslerin son dönem tarihi ve Çerkes Soykırımı  üzerinde durmuştum.

Bu son makalemde de geçmiş olayların bazılarına özet anlamda değinecek konuşmacıların üzerinde durdukları konuları uzatmadan değerlendirmeye çalışacağım.

  Kısa bir tarihsel özet:

Yıl 1554 – Bir Moğol Devleti olan Altın Orda’nın parçalanması sonucu doğan devletlerden Astrahan Hanlığı Rus korumasına alındı ve 1556’da Rusya’ya ilhak edildi. Böylece Ruslar Hazar Denizi kuzeybatı kıyılarını Dağıstan’a değin ele geçirmiş ve Kuzeydoğu Kafkasya’ya girmiş oldular. Kuzeybatı Kafkasya’nın kuzey/ Kuban Irmağı kuzeyi bölümü Kırım Hanlığı yönetimindeydi.

Yıl 1557 - Rusya ile görüşmelere başlayan (1552) Kabardey beyleri, Kırım Hanlığı korumasından ayrılıp Rus korumasını benimsediler. Kabardey büyük bey ailelerinden birinin başı olan Pşı İdar Temrıko’nun kızı Goşevnay, Kilisede vaftiz edilerek Ortodoks Hıristiyan yapıldı ve Mariya Temrukovna adını alarak Rus Çarı Korkunç İvan ile evlendi. Böylece Rus nüfuzu Orta Kafkaslarda da yayılmaya başladı. Ruslar cömert davranıyor, soylu Kabardeylere üst düzey görevler ve komutanlıklar  veriliyordu.

Yıl – 1722. Çar Petro I (Deli Petro) İran Seferi sırasında İran’a bağlı Dağıstan hanlıklarını koruma altına aldı. Rus nüfuzu Dağıstan’a ve Kuzey Kafkasya’nın orta ve doğu kesimlerine yayılmış oldu.

Yıl – 1739. Osmanlı baskısı sonucu, Belgrad Antlaşması ile Büyük ve Küçük Kabardey yöreleri üzerindeki Rus koruması sona erdi, bu iki yöre ve eklentileri Rusya ile Osmanlı Devleti arasında tarafsız bölgeler haline getirildiler. Ancak  Kabardey beyleri birleşip bağımsız bir krallık oluşturmayı başaramadılar.

Yıl – 1774. Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslar Kabardey beylerinin yardımıyla Daryal Geçidi’ni geçtiler, Gürcistan’a  girdiler ve Osmanlıları Karadeniz kıyısındaki Poti Kalesi’nde kuşatma altına aldılar. Osmanlı Devleti ağır bir biçimde yenildi, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım Hanlığı topraklarını yitirdi, Kabardey yöreleri ve eklentileri de (Kuzey Osetya, vb) Rusya’ya ilhak  edildi.

Kırım Hanlığı, Kırım Yarımadası dışında Güney Ukrayna’da (Kherson) ve Çerkesya’nın, Kuban Nehri kuzeyinde, Azak Denizi doğusunda topraklara sahipti.

Yıl - 1781. Osmanlılar Çerkeslerden izin alarak Çerkesya’ya geldiler ve 1781’de Anapa Kalesi’ni kurdular. Amaçları Çerkes desteğiyle Rusları Kuzey Kafkasya’dan uzaklaştırmak ve Kırım’ı geri almaktı.

Yıl - 1783. Rusya Kırım Hanlığı’nı ilhak etti, Doğu Gürcistan’da bulunan Kartlı-Kaheti Krallığı’nı korumasına aldı. Bu arada Çerkesya/ Kuban Irmağı kuzeyindeki Kırım Hanlığı toprakları yerli Nogay ve Çerkes nüfusundan temizlendi. Rusların bilindik ilk soykırım uygulaması budur. 10 yıl boş bırakılan  Kuban kuzeyindeki bu yeni ülkeye  Çernomorya (Karadeniz ülkesi) adı verildi ve Rus Kazakları yerleştirilerek  Ruslaştırıldı (1792-1793).

Yıl – 1801. Rusya Kartlı-Kaheti Krallığı topraklarını ilhak etti, Rusya Güney Kafkasya’ya da atlamış oldu. Batı Gürcistan’da bulunan İmereti Krallığı ise (merkezi ‘Kutaisi’ idi) Osmanlı korumasında kaldı.

Yıl – 1812. Bükreş Antlaşması gereğince İmereti Krallığı toprakları ve bu bağlamda Abhaz  ve Mingrel Prensliği toprakları da Rusya’ya bırakıldı. Şu durumda, Karadeniz kıyısındaki Anapa ve Poti  Osmanlı Devleti’nde kaldı, Sohum-Kale ise Rusya’ya bırakıldı.

Yıl – 1813 – İran, Gülistan Antlaşması ile şimdiki Azerbaycan’ın kuzey yöreleri ile Dağıstan’ın tamamı üzerinde  Rus egemenliğini tanıdı.

Yıl – 1828. Türkmençay Antlaşması ile Rus-İran sınırı çizildi, İran Kafkasya dışına atılmış oldu.

Yıl – 1829. Edirne Antlaşması ile Osmanlı Devleti Çerkesya’yı tahliye etti, Anapa ile Sucuk-Kale’yi (Ṡemez/ Novorossiysk/ Yeni Rusya kenti), güneyde de Poti’yi Rusya’ya bıraktı. Ruslar Batum dışında Türkleri Kafkasya’dan kovmuş oldular.

Çerkes Sorunu

 

Bağımsızlık döneminde Çerkes/ Adıge toprakları

1829 Edirne Antlaşması gereği, uluslar arası hukuk anlamında –Çerkeslerin kendileri kabul etmese bile-  Çerkesya, Rusya’ya ait bir bölge olarak kabul edilmiş oldu. Bu büyük bir trajik olay ve diplomatik bir faciaydı. Emperyalizmin genel çıkarı için küçük ulus ve birimlerin önemsizliğinin bir canlı kanıtıydı.

O sıralar Çerkesler ve daha özgün bir ifadeyle Adıgeler kabilelere bölünmüş hâldeydiler. Ekonomi  geleneksel tarım, hayvancılık, el sanatları ve atölye sanayisine dayanıyordu. Ancak Çerkes tarımı ve el sanatları, özellikle altın ve gümüş işlemeciliği çok ileriydi. Yine de savaşlar ve kuşatılmışlık nedeniyle bir ulusal pazar, dışa açılma ve gelişme, bütün bunların sonucu olabilecek bir Çerkes yazısı oluşmamış, kabile düzeyi üzerine çıkılamamıştı. Yine, 19. yüzyıl başlarında Neţavko Hace diye bilinen bir imamın bir Adıge alfabesi hazırlamış olduğu da anlatılır.

Kafkasya’da ulusal yazı sadece Gürcü ve Ermeniler arasında vardı.

Çerkesya’da, dünyanın hiçbir yerinde benzeri bulunmayan, demokratik ilişkilere dayalı geleneksel bir  yaşam da vardı. Çerkesler büyük ve ilerlemiş bir tarım toplumu idiler. Bu üstün uygarlığın kökü yüzyıllar öncesine dayanıyordu. Komşular dışında, Adıge benzeri bir köylü/ kabile toplumu daha var mıydı? Tartışılabilir. Adıgeler arasında kişi ve çevre temizliğine de çok önem verilirdi.

Çerkesler arasında, politik anlamda birleşme/ uluslaşma doğrultulu girişimler olmuş, fakat 1861 yılına değin başarılı olunamamıştı. Bunda feodalitenin, tecrit edilmişliğin, ticaret yolları dışına düşmüş olmanın, vb’nin  rolü vardı. Feodalite dıştan empoze ve dış istilâlar sonucu olarak düzlüklerde gelişme olanağı bulmuştu, ulusal değildi, tam değil, bir yarı feodalite durumu vardı. Köylü sınıfının (fekoł) özel mülkiyeti ve ortak mallardan yararlanma hakkı vardı. Batı kabileleri (Şapsığ, Natuhay, Abzah) demokratik/ eşitlikçi bir yapıda idiler ve hiçbir zaman dış bir gücün yönetimi altına girmemişlerdi. Yönetim “Xase” (Khase) denilen geleneksel köy/ halk (fekoł) meclislerinin elindeydi, her köy ve yörede birer Xase bulunuyordu. Doğu kabileleri ise köy beylerinin (pşı) yönetimi altında idiler. Dünyadaki gelişmelere koşut olarak köy beyleri kaygılıydılar, zayıflayan konumlarını korumayı ve kendi  geleceklerini kurtarmayı, feodal bir imparatorluk olan Rusya içinde yer almakta  ya da Rus devlet güvencesine kavuşmakta görüyorlardı. Ancak halk, Rusların Kuban kuzeyindeki Nogaylara uyguladığı soykırımı (1783), Kabardey-Balkar emekçilerine (fekołlara) uygulanan zulmü, Çerkesya’da ve diğer yerlerde  uygulanan saldırı, yağma olaylarını, etnik temizlikleri, sistematik toprak gaspını/ kolonizasyonu da  görmüştü. Bu da Çerkesya, Çeçenya ve Dağıstan’da (Avar yöresinde) Rus aleyhtarlığının, devrimci görüşlerin büyümesine, Rus müttefiki feodal kalıntıların tasfiyesine yol açmıştı: 1796 köylü devrimi ile, batıda, Adıge yöresinde köy meclisleri (Xase), neredeyse ülke tamamında yönetime egemen olmuştu.

Doğu’da da Şamil, kendi egemenlik alanında, Rus müttefiki  bey (han) sınıfını tasfiye etmişti.

Sonuç olarak bu üç yörede – Çerkes, Çeçen ve Dağıstan (Avar) yörelerinde - Rus karşıtı direnişler başladı. Ancak direnişler tek bir komuta altında birleştirilemedi.

1837-1839 yıllarında Laba Irmağı ile doğusundaki Kuban Irmağı (eski Kabardey ) arasındaki Çerkes toprakları (Base Gubğo), buna ek olarak da Karadeniz kıyıları Adıgelerin elinden çıktı. Adıgeler tam bir Rus ablukası içine alındılar. 1840 ilkbaharında kıyıdaki Rus kalelerinden bazıları (Şapsığ kıyısındakiler)  karşı bir saldırıyla yıkıldı, ancak bir dış yardım bulamayan Çerkesler savunmaya çekilmek zorunda kaldılar.

1840 yılındaki bu geçici Çerkes başarısı, Çeçenlerin, yenik Şeyh Şamil önderliğinde yeniden  toplanmalarına, ayaklanıp savaşı yeniden başlatmalarına yol açtı.  

Şeyh Şamil, Çeçenya ve Dağıstan’da eşitlikçi, İngiliz savaş tarihçisi Allen’in deyimiyle ‘ilkel komünizm’ diyebileceğimiz  bir dinî devlet sistemi kurdu. Bu devlet otoriterdi ve çok sert yöntemler uyguluyordu. Bu da onun sonunu getirecekti. 1845’te yükselen Şamil’in popülaritesi 1850-51’de Prens General Baryatinski’nin komutayı ele alması ve değişikliğe gitmesiyle zayıflamaya başladı. Baryatinski, topraksız köylüye toprak dağıtıyor, Rus korumasında yerel Müslüman köy komünleri kurduruyor ve yönetimi seçilmiş köy meclislerine bırakıyordu.  Ayrıca uyarı ateşi yapılmadan gece/ köy baskınları yapılmasına da son vermişti. Halk, Baryatisnki’nin ustaca taktikleri sonucu otoriter Şamil yönetiminden yüz çevirmeye başladı (1).

Kırım Savaşı

Kırım Savaşı’nın Rusların Karadeniz donanmasını ve deniz üslerini yok etme, tampon bir ülke olan Osmanlı Devleti topraklarını güvence altına alma dışında bir amacı yoktu. Çerkes ya da Kafkas politikası tamamen Osmanlı Devleti’nin inisiyatifine, başarısına bırakılmıştı. Müttefiklerin görüşüne göre, 1815 Viyana Kongresi kararları gereği, Kafkasya, Avrupa dışında olan bir bölgeydi, kendileri için birincil bir sorun değildi. Ayrıca, Kafkasyalıların çoğunun, o sıralar Ruslarla ciddi sayılacak çekişmeleri de yoktu.

Görüşler böyleydi ve bu yolla Avrupa’ya ve Osmanlı topraklarına, tabiî İngiliz çıkarlarına yönelmiş olan Rus yayılmasının durdurulması gündemdeydi.

Savaşta Osmanlı  yenilmiş, hiçbir cephede başarı kazanamamış,  Kars Kalesi’ni de yitirmişti (2).

1856 Paris Antlaşması hükümlerine göre, savaş öncesi sınırlara dönülüyor, Osmanlı yitirdiği Kars’ı geri alıyor; Karadeniz de bütün ülkelerin savaş gemilerine kapatılıyordu. Bu da Çerkesler için dış ilişki kurma ve  silâh temini yolunun kesilmiş olması demekti.

1859’da, artık bir umut vaat etmeyen ve  halk desteğini iyice yitirmiş olan Şamil Çeçenya’dan Dağıstan'a geçti, Gunib Kalesi’ne çekildi. Kırım Savaşı sırasında Kafkasya Askeri Yönetimi’nin başına getirilen Baryatinski başarılı olmuş, Şamil’i 6 eylül 1859’da  teslim olmaya ikna etmişti.

Aynı yıl, 1859’da Kuban ve Laba ırmakları solundaki düzlüklerde  yaşayan Çerkesler (Bjeduğ, K’emguy ve Kabardey) Rus yönetimine boyun eğdiler, ardından, Aralık 1859’da, Şamil’in Çerkesya’daki naibi  Muhammed Emin ve beraberindeki Abzahlar da toplu halde,  Çar II.Aleksandr’a bağlılık yemini verdiler (3).

Etnik temizlik, soykırım ve dış sürgün

Kafkas Ordusu Kurmay Başkanı  (sonradan ‘Savaş Bakanı’ olan)  General Milyutin, 1857’de, Çerkes sorununun çözümü için Çerkes nüfusunun bir kısmının (Karadeniz kıyısındakiler) kuzeydeki Don bölgesine sürülmesini, gizli bir raporla, Rus Savaş Bakanlığına önerdi (4). 

O zamanki Rus başkenti St. Petersburg’da, Çariçe II. Yekaterina’dan bir öngörü, bir vasiyet olarak kalan, Çerkeslerin Karadeniz kıyılarından temizlenmeleri projesi yeniden gündeme gelmişti (5).

1860’da Çerkeslerin Karadeniz kıyılarından temizlenmeleri  görüşü Rus yönetimince benimsendi. 1861’de  ‘zorunlu göç alanı’ ya da ‘Etnik temizliğe tabi tutulacak alan’ yeniden belirlenmiş, kıyı sıradağlarının ötesindeki Abzah yöresini de içine alacak biçimde genişletilmişti. 10 Mayıs 1862 tarihli  Rus hükümet kararı ile, sözü edilen alanın yönetimi ve bu alanda yaşayan Dağlı (-Çerkes-) nüfusun “göç ettirilmesi”  görevi General Yevdokimov’a ve onun komutasındaki  ‘Kuban Oblastı Askeri Yönetimi’ne verildi ve etnik temizlik harekâtı başlatıldı.

 

Novorossiya (Adıge Cumhuriyeti, Krasnodar Kray ve Stavropol Kray dahil, Karaçay-Çerkes dışarı çıkarılmış)

Sözü edilen alan  Maykop’un solundan akan Belaya/ Şhaguaşe Irmağı ile Karadeniz arasında bulunan bir alanı, kuzeyde Kuban Nehri ile  güneyde  Bzıb Irmağı arasında bulunan Karadeniz kıyısı Çerkes topraklarını kapsıyordu. Bu alan, Çerkes nüfusundan tamamen temizlenecek, boşaltılan yerlere  Rus göçmenler getirilerek yerleştirilerek ve yukarıda sözünü ettiğimiz gibi Çerkesya topraklarında bir  ‘Yeni  Rusya’/ 'Novorossiya' oluşturulacaktı. Oluşturuldu.

Sınırları çizilen bu alan asker gücüyle ve buna ek milis katliamları yoluyla  Çerkes nüfusundan tamamen temizlendi.

1861 yılı sınırları içerisindeki Özgür Çerkesya Devleti, ülkesi ve milletiyle birlikte  yok edildi: 21 Mayıs 1864. Savaş, 500 binden çok insanın ölümüyle sonuçlandı (6).    Böylece Çariçe II.Yekaterina ve General Suvarov’un 90 yıl önceki vasiyet ve özlemleri yerine getirilmiş oldu.

Tarihi Çerkesya soykırım, etnik temizlik ve kitlesel dış sürgün (deportasyon) yoluyla ortadan kaldırıldı ve onun yerinde Novorossiya (Yeni Rusya) adıyla yeni bir Rus ülkesi kuruldu.

Novorossiya'da Adıge kalıntı yerleşimleri (kırmızı renkli adalar) 

Çerkes nüfus, Novorossiya’dan [Eski Çerkesya'dan]  silâh zoruyla Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda bırakıldı. Öldürülenler ve ölenler dışında, bir ulusun kitlesel anlamda bir dış/ bir üçüncü ülkeye/ Osmanlı topraklarına toptan sürülmesi, Adıge ulusunun bir ulus olarak ayakta kalma dinamiğinin  yok edilmesi olayı başlıbaşına bir soykırım olayıdır. Bunu tartışmaya bile gerek yoktur.

Novorossiya’da Adıge-Şapsığlar

1864 yılı haziran ayında, söylenen alanda, Karadeniz kıyısında program, yani etnik temizlik ve dış sürgün (deportasyon) olayı tamamlandı, deniz yoluyla nüfus transferi sona erdi. Kıyı kesimindeki Natuhay, Şapsığ, Vıbıh ve Ciget  köyleri ateşe verilip yakıldı. Çerkesya  insansızlaştırıldı. Sıra Novorossiya’yı kurmaya kalmıştı.

Peki, Novorossiya’da sayıları 1897’de 1,939; şimdi, 2010’da 8,961 olarak resmen verilen bir Adıge-Şapsığ nüfusu bulunuyor, bu nüfus nereden çıkmış olabilir? Bu konuda çok yazı yazdık. Ama sık sık yinelemekte yarar var. Olayı, Soykırım olayını, bir devletin ülkesi ve milletiyle birlikte yok edilmesi olayını soğutmamak, unutturmamak, Novorossiya olgusunu da sık sık vurgulamak gerekiyor. Novorossiya, şimdi, Ukrayna’yı da vuruyor, o yöne doğru kayıyor, Kırım ikinci kez  yutuldu. Önlem alınmadığında, gevşek davranıldığında  Moldova, Polonya, Baltık ülkeleri ve Kazakistan’ı da vurmakta, o yörelere doğru yayılmakta gecikmeyecek. Finlandiyalı Urho Kehonnen gibi Kazakistanlı Nursultan Nazarbayev de akıllı davranıyor, hep alttan alıyor, Rus’un bir dediğini iki etmiyor,  ama ne zamana kadar?..Ya bizim Thakuşıne Aslan’ımız ne yapıyor olabilir? Bilemiyorum…

 ***

İnsansızlaştırılan Karadeniz kıylarında, özellikle dağlarda Çerkes kahramanları direnişlerini 1880’li yıllara değin sürdürdüler. Bu arada, Kafkasya Genel Valisi Büyük Prens Mihail Nikolayevski ile varılan uzlaşmalarla Çerkes direnişçiler dağlardan indiler. Bunlara istedikleri yerlere yerleşme ve köy kurma hakları tanındı. Bu kahramanlar Rus yerleşimcilerin/ kolonların kâbusu olmuştu. Bu direnişçilerle uzlaşmalar sonucu, direnişler de sona erdi, insansız ve korkulu bir bölgeye dönüşen Novorossiya yeniden canlanmaya ve güvenli bir bölge haline gelmeye başladı.

Uzlaşma ve yerleşme yasağının kalkması sonucu, bölgede küçük küçük Çerkes köyleri kurulmaya başlandı (7). Bu köylere toplama kamplarındaki, Kazak yerleşimlerindeki ve Kuban yöresindeki Çerkeslerden katılmalar oldu, böylece şimdiki Kıyıboyu Şapsığe yöresi oluştu ve gerçek sayı şimdilerde 12 bine ulaştı.

1917 Ekim sosyalist devrimi sonucu, 1924’te, Karadeniz kıyısında üç ayrı  adadan oluşan özerk bir Şapsığ Ulusal Rayonu (ilçe) kuruldu, merkezi Tuapse idi.

Şapsığe Haritası: Üst köşede, 19.yüzyılda Şapsığ ve Hakuç (Haқuč) yöreleri. Altta da Şapsığ Ulusal İlçesi (1924-1930) ve Şapsığ ilçesi (1940-1945).  Şapsığ Ulusal ilçesi (rayon) ilkin, sınırları ince kahverengi çizgilerle  gösterilen üç adadan oluşuyordu. 1940'da  statü ve ad değişikliği  yapıldı, ulusal ilçe, Şapsığ ilçesi adını aldı, Tuapse'nin kuzeyinde bulunan ada  (Psıbe ve Aguy-Şapsığ köyleri) ilçe sınırları dışına çıkarıldı. Geride,  güneyde bulunan iki adayı (11 köyü) içine alan, sınırları kırmızı çizgi  ile gösterilen ve merkezi Lazarevsk (Psıřape/Псыш1уапэ) beldesi olan  yeni bir Şapsığ  ilçesi (rayon) kuruldu. İlçenin adı, 1943'te, Lazarevsk'te alınan ve 1945'te Moskova'da onanan bir kararla Lazarevsk rayonu (ilçesi) oldu. Haritadaki kırmızı yıldızlar Adıgey ve Kıyıboyu  Şapsığe'de bulunan şimdiki ana Şapsığ yerleşmelerini/ köylerini  gösteriyor. 

1940 yılında kuzeydeki ada rayondan çıkarıldı, rayonun adı da Şapsığ rayonu olarak değiştirildi (8). 1943’te, ilçe yönetimindeki Rus çoğunluğun oyuyla, rayon adının da  değiştirilmesi kararı alındı ve karar Moskova’ya sunuldu, 1945’te ilçeye, Moskova tarafından Novorossiya adına yaraşır bir ad olarak Lazarevsk rayonu adı verildi. Lazarev, 1830’larda Çerkes kanı akıtmış olan Karadeniz Donanması’nın amirali idi.

Sözün kısası, Rus bir veriyor, eli rahatladığında da  geri alıyor.

Dönelim söyleşiye.

1864 yılı öncesinde Kbaada’da bir Abaza köyü var mıydı?

Sayın Sefer Berzeg söyleşide ‘vardı’, “1864 yılı öncesinde, bu yerde, 2014 Kış Olimpiyatlarının yapıldığı Krasnaya Polyana (Güzel Çayır) denen yerde "Kbaada" ya da "Gubadu" adlı bir Abaza köyü vardı” dedi. Merak ettik araştırdık.

Adıge yazar, tarihçi ve arkeolgu Tev Aslan'dan yaptığım çeviriden bir alıntı vereyim: "Atkuac (Iаткъуадж) ya da Eŝherıpş (Iэшъхьэрыпщ) – şimdiki Krasnaya Polyana (- Kızıl ya da Güzel Çayır-) denen yerde bulunan eski bir Adıge Vıbıh köyünün adı. Köyde 200 kadar aile yaşıyordu. Köylüler Kudeps Irmağı (Ḱudeps psıĥo / Кудэпс псыхъо) kıyısında oturuyorlardı, bağımsız idiler (ŝhefitığex/ шъхьафитыгъэх). Köydeki łeko ĺeş (лIэкъо лъэш/ soylu) ailesinin sülale adı Arte idi " (9). 

Kafkasya gezim sırasında, vakit darlığı nedeniyle  Kbaada Yaylasına ya da Krasnaya Polyana denen yere gitmek kısmet olmadı.  

Maykop’tan, başka bir Adıge aydınından, Açumıj Hilmi'den aldığım  bilgi de şöyle: “Burası (-Kbaada-) bildiğiniz Allah'ın dağı. Sahile uzak olmamakla birlikte dağın tepesi - yayla....Eski deyimle хъуп1э.... (- hayvan otlatılan bir yer, mera…-). Zaten böyle dağın tepesinde olması sebebiyle -orada- kış olimpiyatları yapılmadı mı?..”

Biz de soralım, dağın tepesinde nasıl bir köy imiş bu köy? Orası ekvator bölgesi miymiş?.

***

Sayın Berzeg, ‘Suriyeli  sığınmacılar içinde tek bir Çerkes dilenci yok, biz bu Çerkeslere sahip çıktık’ gibisine iddialı/ şoven sözler etti. Ayıp olmuyor mu? Türkiyeli Çerkesler kaç Suriyeli Çerkes ailesine sahip çıkabilmiş ki?..Nizip konteynır kenti kampındaki bin üzeri Çerkes'e kim sahip çıkıyor?..

Dilencileri aşağılayıcı pozisyonlar da ayırımcılık olmaz mı? Çocukluğumda Çorum’dan  ‘Adıǵe ĺeóқo’ - Adıǵe thamışқe' (Адыгэ лъэ1уак1о - Адыгэ тхьамышк1э) denen Çerkes dilenciler, yoksullar gelir, köylüler de çuvallarla onlar için zahire toplar, sonra paraya çevirip verirlerdi. Tanığıyım. Dilencilik övünme payı çıkarılacak bir şey olamaz. Üzücü birşey, kişileri o durumlara düşürenlerin ayıbı...

Bir de Sayın Halit Kakınç’ın ‘Maykop’tan Rus yanlısı çağrıda bulunanlar da var’ sözüne Sayın Berzeg sinirlenip  öfkelenmiş, ‘Siz bizim iç işimize karışamazsınız’ gibisine sözler etmiş. Bu da ayıp değil mi? Yakışık alır mı? Kim kimin iç işine karışıyormuş? Ortada bir devlet mi varmış?..

Başkaları ad verdiler ama ben vermeyeyim, eski günlerin hatırı var diyelim, peki Rus tasması takmış, “Rus Çerkes’i öldürmüş de ne olmuş yani, pekâla Çerkes de Rus’u öldürdü” ya da “Çerkes istedi de Rus Çerkes'e neyi vermedi ki?” diyenleri nereye koymalı?..

Ulus olarak soykırıma uğrayan, ülkesinden toplu halde, son bireyine değin kovulanlar, öldürülenler kim? Yok edilen ülke neresi? Saldıran ve yok eden kim?

Çerkesler ya da Çerkesya mı?..

Abhazya’da olan nedir?

Sayın Sefer Berzeg Abhazları da Kafkasya'dan sürülenler kapsamında saydı. Bu nedenle Abhaz geçmişine değinmekte sanırım yarar olmalı.

Abhaz Prensliği, 1810’da kendi isteğiyle Rus koruması altına girdi. Abhaz Prensliği’nin nüfusu yazar Hayri Ersoy’un naklettiğine göre, 1858’de 94,023 idi (10). 

Prenslik arazisi dışında, doğuda dağlık  Tsebelda, güneyde de Samurzakan yöreleri  vardı. Bu iki yöre doğrudan Rusya'ya bağlıydı. Şu durumda Kafkasya'da 100 binin çok üzerinde bir Abhaz nüfusu bulunuyor olmalıydı.

Adıge - Şapsığlarla savaşmak üzere koruma altındaki prenslikten gönüllü toplanmış mıydı bilemiyorum ama Tsebeldalı Abhazların savaşa, dahası 21 Mayıs 1864'te Kbaada Yaylasında yapılan askerî ve dinî törene bile 'onurla' katılmış ve saf tutmuş olduklarını biliyorum (11). 

Sözü uzatmayayım.

Yıl – 1864. Rusya’da 1861 yılında başlatılan ve kademeli olarak uygulanan reform [feodalizmi tasfiye] dalgası 1864'te Abhazya’ya ulaştı. Feodal ayrıcalıklar kaldırıldı, köleler -hukuksal bağlamda- özgürleştiler ama    reformun alt yapısı oluşturulmadı, örneğin kölelere ve yoksul köylüye toprak dağıtılmadı, nüfus boşalmasının 'alt yapısı' döşenmiş oldu. Bu biçimsel özgürleşmeden soylu sınıfı, Abhaz gericiliği hiç memnun kalmadı. Gerisini İngiliz Allen’den okuyalım:

- “Rusların Abazaları memleketlerinden çıkartmak için resmi bir siyasete başvurmamış olmalarına rağmen, birkaç bin Müslüman Abaza (Muhacirler) Çerkezlerin muhacereti esnasında Türkiye’ye kaçmıştı" (12).

1877-1878 Osmanlı - Rus Savaşı başladı. 1856 Paris Antlaşması gereği Karadeniz savaş gemilerine kapatılmıştı, bu nedenle Karadeniz'de Rus donması bulunmuyordu, dolayısıyla Marmara'dan Karadeniz'e çıkan Osmanlı donanması rakipsiz durumdaydı. Osmanlılar, taraftar bir nüfusun bulunduğu Abhazya'ya bir şaşırtma harekâtı düzenlemeye, Rus kuvvetlerini Abhazya'ya çekip asıl saldırıyı başka bir yerden yapmaya karar vermişlerdi (Savaşta küçük ulusların âkıbeti emperyalist güçlerce hesaba katılmaz, tâlî, ikincil bir  sorun olarak görülür. Bunu kavramak gerekir).

Abhazya'ya ilişkin gelişmeleri İngiliz savaş tarihi yazarı Allen’den özetlemeyi sürdürelim:

Mayıs 1877 - "2000 ve 3000 arasında Abaza ve Çerkez Trabzon’da toplanmış ve daha sonra nizamî Türk birlikleri refakatinde Türk gemilerine bindirilmişlerdi” (13).

12 Mayıs 1877 - Türkler yaklaşık 1000 muhaciri Gudauta’ya (Sohum'un kuzeyinde kıyı kenti) çıkardılar. Bunlara o yöredeki Abazalar ve mahallî milis kuvvetleri katıldı.

14 Mayıs 1877 -  6 adet Türk savaş gemisi Sohum’u bombaladı. Rus birlikleri 13 mayısta iç kesime doğru çekildiğinden  çapulcular Sohum'daki dükkânları ve evleri yağmalamaya başladılar.

15 Mayıs 1877 - Sohum’un güneyinde bir Türk filosu göründü. Rus komutan General Kravçenko Sohum’un tamamen boşaltılmasını emretti.

 Abhazyada sayıları 4000’i bulan (pek güvenilir olmayan 500 Abaza milisi dahil) küçük müfrezeler, Pitsunda, Sohum, Oçemçıra ve dağlık Tsebelda bölgelerine yayıldılar.

16 Mayıs 1877 - Rus birlikleri sahilden 15 mil mesafedeki Olginskoye’ye çekildiler. Sayısı 3000’den fazla olmayan asî Abazalar Sohum’daki dükkânları, villaları ve civardaki Hıristiyan köylerini yağmalıyordu.

27 Mayıs 1877 - Kutaisi’den 3500 kişiyle hareket eden General Alhazov Abhazya’da Okum Köyüne ulaştı ve General Kravçenko’nun Sohum’dan çekilen birlikleriyle buluştu. 6000 piyade, 1500 süvari ve 20 top vardı, bu da asi Abazaları temizlemek için yeterliydi. Abazaların sayısı 3000-4000 kişiyi geçmiyordu.

17 Haziran 1877 -  Abazaların ısrarı üzerine Türkler Oçemçıra’ya (Sohum'un güneyinde kıyı kenti) 4 piyade taburu ve bir sahra bataryası çıkardılar. General Alhazov, Tiflis'den gelen emir üzerine harekâta geçmeyi planladı. Bu arada asil Abazalardan, sabık Prens Şervaşidze’nin emrinde arazi sahibi çiftçilerden ve milislerden oluşmuş iki tabur Türkleri yandan çevirmek üzere Oçemçıra'ya doğru hareket etme emrini aldı.

Türkler Adler'e de çıkartma yapmış, ancak 1864'te yöre Çerkes nüfusundan temizlenmiş olduğu için dost olabilecek  bir nüfus kalmamıştı, bu nedenle Türkler  daha ileriye gidememişlerdi. Adler'deki Rus birlikleri ise kuzeye, Soçi'ye çekilmişti.

Bu arada ilerleyen Rus birlikleri bataklık bir arazide Abazalar tarafından tuzağa düşürüldü, Ruslar ölü ve yaralı 350 kayıp verdiler. Bu durum, Abazalara yeni katılmalar olmasına yol açtı. Abazalar Alhazov’un Okum’daki üssünü tehdit ettiler. Ancak Tiflis’ten yeni Rus takviyeler geldi. Rus gücü 9000 piyade, 1500 süvari ve 28 topa yükseldi.

Soçi kale komutanı Albay Şelkovnikov bir Kazak alayı ve üç tabur ile kıyı boyunca güneye, Abhazya’ya doğru ilerlerlemeye başladı, Kuban bölgesindeki General Babişev de iki Kazak alayı ve iki plastun taburu ile  Abhazya’ya hareket etmesi emrini aldı.

Sonuç olarak 17000 kişilik bir kuvvet  birkaç bin Abaza ve birkaç Türk taburunu dağıtmak için toplanmış oldu.

10-20 Temmuz 1877 - Birçok yerde Abazalar dağıtıldı, yerli halk Ruslara itaat etmeye başladı.

1 Ağustos 1877 - Türkler Oçemçıra’yı deniz yoluyla boşalttılar.

23 Ağustos 1877 - Türklerin Gudauta’yı da  boşalttıkları anlaşıldı.

29 Ağustos 1877 - Sohum üç koldan kuşatma altına alındı. Şelkovnikov saldırı ısrarında bulundu, ancak Alhazov Türklerin çekilmelerine müsaade edilmesini tercih etti.

Türkler kenti boşaltmaya karar vermişlerdi, “şehirde kalmaktan korkan asî Abazaların ve kendi nizamî birliklerinin boşaltılması işi ile ilgileniyorlardı".

31 Ağustos - 1 Eylül 1877 – Ruslar Türklerin gece Sohum’dan gitmiş olduklarını gördüler (14).

Bu anlatılanlar bir soykım ya da sürgün tablosunu mu yansıtıyor? Peki, 1877'de Türklerle birlikte Abhazya’dan ayrılan Abhaz sayısı neydi? 32 bin (15).

Yine Abhazya’da (aslında Abhazya adı 1864’te kaldırılmış, yöre, 'Sohum okrugu' adıyla Kutaisi iline bağlanmıştı, ad Sovyetler döneminde iade edilecekti) 70 bin üzeri bir Abhaz nüfusu kalmış olmalıydı. Bu sayının şimdilerde 500 bini çoktan aşması gerekirdi. Abhaz sayısı niçin hâlâ 100 bin dolayında seyrediyor? Kimse bir yanıt vermiyor.

Abhaz çoğunluğu çok yoksul ve topraksız köylü, köle ve Ortodoks Hıristiyan bir nüfus idi, bu nüfus  sanırım kaçış ve dağılma sonucu büyük çaplı bir Rus asimilasyonuna uğradı. Kısmen de Gürcü ve Ermeni asimilasyonuna uğramış olabilir. Yine bu benim bir kişisel tahminim. Araştırılmalı.

Şu durumda bir Abhaz sürgününden söz etmek olanaklı mıdır? Sanmıyorum. Savaş mültecileri durumu/ sorunu söz konusu olabilir. Yine de bu insanların uluslararası hukuka göre anayurtları üzerinde hakları vardır.

Sonuç

Daha önceleri Kafdağı gibi  dergiler 'Kuzey Kafkasya nüfusunun yüzde 40 kadarı sürgün edilmiştir' , 'Kuzey Kafkasya edebiyatı' gibi hatalı ifadeler kullanıyorlardı. Bu da Çerkesleri ve  Çerkes  soykırımını görünmez hâle getiriyordu.

Rus hükümeti, gerçek anlamda  resmi sürgün siyasetini sadece Çerkeslere yönelik olarak uygulamıştır. Ayrıca, Çerkeslerin tamamına değil, sınırları çizilen ve yukarıda belirtilen bir alanda yaşayan ve büyük çoğunluk olan Çerkes nüfusuna yönelik olarak uygulamıştır. Ki, bu nüfus   ana Adıge nüfusu idi. Uygulanan sürgün poitikası, ülkenin boşalması sonucu, 1864 yılı öncesinde azınlık olan Kabardey  nüfusu anayurtta  çoğunluk haline gelmiştir.

Daha açık bir ifadeyle yeniden belirtelim, soykırım, etnik temizlik ve sürgün politikası tartışmasız biçimde sözünü ettiğimiz bu alanda, Natuhay, Şapsığ, Vıbıh ve Abzah ve Ciget yörelerindeki Çerkes nüfus çoğunluğuna yönelik olarak uygulanmıştır. Bu böyledir. Bu alanda (1861 yılında 'Özgür Çerkesya' toprağı burasıydı) soykırım ve sürgün eylemi/ politikası yüzde yüz oranında uygulanmış, bu yerlerde tek bir Çerkes yerleşimi, kişisi bile bırakılmamıştır. Bu bir gerçektir. Rusçu kalemler bu gerçeği yok saymaya ya da sulandırmaya, isteyenlerin yerinde kalabildiği havasını yaymaya çalışıyorlar. Durum öyleyse, niçin Anapa, Novorossiysk, Gelencik, Tuapse ve Soçi, Adler ve Gagra gibi kıyı kentlerinde hatırı sayılır bir yerli nüfus bulunmuyor?..

Diğer Çerkes yörelerinde ise nisbî uygulamalar olmuş, nüfusun bir kesimine, kimi yerlerde ana kitleye  yerinde kalma olanağı tanınmıştır. 1860 yılı öncesinde Rus yönetiminde olan bu son yerlerde genel Çerkes nüfusunun azınlığı barınıyordu.

Toplu ya da kitlesel sürgün  BM ilkelerine göre soykırımdır ya da soykırımla eşdeğer bir insanlık suçudur. Üstelik bu sürgün ele geçirilen bağımsız bir ülke yurttaşlarını bir üçüncü ülkeye (Osmanlı toprakllarına) gönderilmeleri biçiminde gerçekleştirilmiştir. Burada sürülenlerin gerçek bir iradesi, Rus'un savunacak bir bahanesi de  yoktur.

1 milyonun üzerindeki bir nüfusa 1 ay içinde göçe hazırlanması, en çok 100 bin kişiyi alabilecek kapasitede olan, üstelik boş olmayan (K'emguy, Kabardey, vb yerleşikler vardı) ve uzakta olan Laba Irmağı solundaki düzlüklere yerleşmesi ya da gelecek gemilere binip Türkiye'ye göçmen statüsüyle gitmesi askerî komutanlıkça emrediliyordu. Türkiye'ye gitmek dışında fiilî bir alternatif kalmamıştı. Rus ve Türk hükümetleri statü (göçmenlik) konusunda anlaşmıştı.

Bugün anayurtta yaşayan Adıge-Çerkesleri de hesaba katarsak, sürgündeki nüfus, genel Çerkes nüfusunun büyük bir çoğunluğudur. Bu çoğunluk, sürgün olayı bağlamında yüzde 90, yüzde 95 gibi rakamlarla ifade edilmektedir.

1990’lardan beri Çerkeslere anayurtlarına dönüş izni verilmesi konusu üzerinde durmuşluğum vardır. Belgelerde yazılıdır. Ancak işi hafife alanlar, Rus işbirlikçileri, oportünistler ya da  işin bilincinde olmayan kişiler, Gorbaçov dönemindeki nisbî  yumuşamayı ve bazı bireysel dönüşleri 'dönüş izninin tanınmış olduğu'  biçiminde  yansıtmış, toplumun yanılmasına   ve bir güvensizlik  ortamının oluşmasına neden olmuşlardır.

Oysa dönüş 'Hadi dönün' demekle olacak şey değil, 'Kuru lafla peynir gerisi yürümez' demişler. Ayrıca, dönüş izni verildiği gibisine birşey yoktu, yine yok, Suriyeli Çerkeslerin durumu yalancıların takkelerini düşürmüştür. Rus işbirlikçisi DÇB ve bileşeni KAFFED yöneticilerinin günahı da büyüktür...

Bugün Rusya’da demokratik hak ve özgürlükler minimuma inmiş durumda. Otoriter bir yönetim söz konusu. Örneğin, Çerkes Soykırımının tanınması için Çerkes aktivistler tarafından Ukrayna, Polonya ve Litvanya makamlarına verilen dilekçeleri birçok RF yurttaşı Çerkes'in imza koymasına karşın, Estonya'ya verilen dilekçeye tek kişi, Khuade Adnan imza verme cesaretini gösterebilmiştir. Üzerinde durulması gerekir. Rusya 19 yüzyılın yayılmacı politikalarına dönüş yapmış bulunuyor. Kırım’ın yutulması, silâhlanma ve Ukrayna’ya yönelik müdahale de bunu kanıtlıyor. Batı ve demokratik dünya çekingen davrandığında Rusya’daki otoriter iktidar daha da sertleşecektir.

Beri yandan Gürcistan (Ĥurśe/ Хъурцэ) Çerkes soykırımını resmen tanıyarak adalete duyduğu saygıyı ortaya koymuştur. Ayrıca ABD’nin bazı bileşenleri, yerel idarî birimleri de Çerkes soykırımını tanımıştır. Bunun daha da yaygınlaştırılması gerekiyor. Çerkes aktivistlerce Çerkes soykırımını tanımaları için Ukrayna, Polonya, Litvanya ve Estonya makamlarına başvuru dilekçeleri sunulmuştur. Zulme uğramış bu kardeş ülkelerin ve daha başkalarının da Çerkes soykırımını tanıyacaklarını umuyoruz.

Kimseye karşı düşmanlık gütmüyoruz. Bizler sadece adalet arayışı içindeyiz. Haklıyız. Gücümüzü de buralardan alıyoruz.

Rusya’ya gelince, adil ve demokratik bir düzen sağlandığında Çerkes sorununun çözüme kavuşacağı inancındayız. Çerkeslere saldıranlar sıradan Ruslar değil, Rus askerleri ve askerlerce desteklenen milislerdir. Sorumluluk Rus hükümetlerine aittir. Bunu ayırmasını bilmeliyiz. Ruslar da, ulus olarak dostlarımızdır.

Türkiye’ye gelince, RF Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ermeni Soykırımı’nın 100. Yılı nedeniyle 24 Nisan’da Erivan’a gitmiş ve oradaki Ermeni Soykırımını Anma toplantısına katılmış olması Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu fena hâlde öfkelendirmiş bulunuyor. Herhalde bu öfke nedeniyle olmalı, Çerkes soykırımı ve sürgünü ifadelerini yarım ağızla da olsa dile getirdiler. Devam ettirilmesi halinde, bu da  iyiye doğru bir işaret sayılabilir.

Ancak Çerkes soykırımını gündemine alan ve TBMM gündemine getiren tek bir parti var, o da HDP’dir. HDP’nin Çerkes soykırımının tanınmasına ilişkin önergesini TBMM'nde reddedenler ve Rusya'yı sevindirenler de AKP, CHP ve MHP’dir.

 7 Haziran seçimlerinin demokrasiye katkılar getirmesi dileklerimle.

1 - W. E. D. Allen ve ölü Paul Muratoff, “1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi”, s. 47-48; Lesley Blanch, “Cennetin Kılıçları”, s. 270. 

Not: Makale Adigehaber ve Cherkessia.net sitelerinde de yayındadır. - hcy

2 - Bu konuda bkz. Çuvıç Anjel, “Kırım Savaşı ve Ertesindeki Çerkeslerin Tarihi [1853-1856]”).

3 - Semen Esadze, “Çerkesya’nın Ruslar Tarafından İşgali”.

4 - Ali-Hasan Kasumov, “Çerkes Soykırımı”. 

5 - Çariçe’nin konuya ilişkin politikası için bkz. Ç’ırğ Ashad, “Tehlike Kuzeyden Geliyordu”.

6 -  Dr. Abreg Almir, “Geçmişten Günümüze Kafkasların Trajedisi”; “Tihomirov Lev Aleksandroviç’in Anılarından Bir Bölüm”; “Tihomirov Lev Aleksandroviç'in Anıları Üzerine Bir Ön Değerlendirme”.

7 - Bir örnek olarak bkz. Nıbe Zayir, “Bir Köyün Tarihi”; ayrıca “Hak’uç”, Tamara V. Polovinkina, “Çerkesya Gönül Yaram”.

8 - bkz. “Şapsığ haritası”, metin içinde.

9 - Tev Aslan, "Karadeniz Kıyısında Çerkesçe Yer Adları".

10 - “Dili, Edebiyatı ve Tarihiyle Çerkesler”.

11 - Semen Esadze, "Çerkesya'nın Ruslar Tarafından İşgali".

12 - W. E. D. Allen ve ölü Paul Muratoff, “1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi”, s. 120.

13 - W. E. D. Allen ve ölü Paul Muratoff, “1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi”, s. 120.  

14 - W. E. D. Allen ve ölü Paul Muratoff, “1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi", s. 144-147.

15 - Hayri Ersoy-Aysun Kamacı, "Çerkes Tarihi", İstanbul, 1992, s.80 .

 

 

 


Bu yazı toplam 4858 defa okundu.





hapi cevdet yıldız

Sn. İsmet Budak,
Sırrı Sakık, o sözü CHP'li ırkçı İzmir milletvekili Birgül Güler Ayman'ın Kürtleri aşağılayan, kin ve nefret yayan konuşmasına karşı kullandı.

Söz konusu milletvekili Boşnak kökenli bir akademisyen ama Türkten çok Türkçü. CHP'den ayrılmak zorunda kaldı ve layık olduğu faşist kampta yer aldı. TBMM'nde anadilinde eğitim konusu görüşülürken, anadilinde eğitime , Türkçe dışında bir dil de eğitime karşı çıkan Birgül Güler
Ayman, anadilinde eğitim özgürlüğünü savunanlara karşı, özellikle Kürtleri hedef alarak şöyle konuşmuştu: "Kürt milliyetçiliğini bana “ilericilik” ve “bağımsızcılık” diye yutturamazsınız. Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz". Evrensel demokratik hak ve ilkelere düşmanlık güden bu sözlerin nesi savunulabilir? Burada Ayman'ın kullandığı Kürt sözcüğünü çıkarın yerine 'Çerkes' sözcüğünü koyun durum değişmez.

Bu ırkçı çıkışa tepki veren Sırrı Sakık, maksadını aşacak biçimde, Kürtlerin Anadolu'da Boşnaklardan önce de var olduğunu hatırlatmak ya da 'Dağdan gelen bağcıyı kovar' özdeyişini anımsatmak amacıyla, "Boşnaklardan Kafkaslardan gelenler..." diye bir tepkide bulunmuştu. Sırrı Sakık bir dil sürçmesi olduğunu belirterek, bu sözüyle hiçbir milliyeti kastetmediğini, Meclis'e bir Çerkes milletvekili bile taşımayı istediğini söyleyerek özür dilemişti. Burada sizin iddia ettiğiniz gibi Çerkes sözcüğünü de kullanmış değil. Çerkez sözü tamamen size ait ve doğru da değil. Birgül Güler Ayman'ın yeri şimdi Doğu Perinçek'in yanı ve Ulusal Kanal olmuştur. Yazık ki, akademik hayata dönecek ve körpe dimağlara zehir akıtmaya devam edecek. Sırrı Sakık, Çerkeslere yönelik "Haddinizi bilin" diye bir ifade de kullanmamıştır. Türk kökenli olmayanların Türkten çok Türkçü kesilmelerine ve söz konusu ırkçı milletvekiline karşı bir tepkidir. Durum öyle değil mi?

Sırrı Sakık özür diledi, 'bu sözlerimden Çerkesler incindiyse ayrıca Çerkeslerden özür dilerim' dedi ama Birgül Güler Ayman bugüne değin özür dilemedi, nefret yaymaya devam etti. Bunu istismar etmeyi anlayamıyorum. HDP'ye gelince o ayrı konu, adaylarının yüzde 25'inin Kürt, yüzde 75'inin de diğer milliyetlerden, bu arada Çerkeslerden de olduğu söyleniyor. Türkiye tablosu sunan hangi başka parti varmış? Bunu da görmek gerekmez mi? Yine herkes dilediğini desteklemekte özgür...

19 Mayıs 2015 Salı Saat 16:45
hapi cevdet yıldız

Sn. Vahit Erdo,
'Komünist' bürokrasinin çocukları tarla ya da fabrikalarda çalışmayı kabul etmediler" sözüm ileriyi getirmeyen bir dönüşümü anlatma bağlamında sembolik bir ifade.

1917'li yıllarda ve 20'li yılların başlarında işçi ve köylü kitleleri yoğun bir biçimde sosyalist devrime katıldılar, geleceğe yönelik iyi umutlar taşıyorlardı. Başlarında Lenin gibi akıllı bir kişi vardı. Lenin aynı zamanda pragmatik, daha doğru bir ifadeyle gerçekçi bir liderdi. Amacı, sosyalist ilkelere dayalı bir biçimde ezilenlere eşitlik ve özgürlük getirmekti. Ezilenler arasında esir uluslar/ sömürgeler de vardı.

Tarımda sadece kollektivizme değil, bireysel mülkiyete de yer verdi, köylüye toprak dağıttı, ölüm cezasını kaldırdı, 6 ay süreyle kimse idam edilmedi. Bu çok önemli. İç savaş çıkmasaydı, belki sürdürülebilirdi. En küçük topluluklara bile anadilinde eğitim hakkı ve özerklik tanıdı, devlet kurmalarının yolu açıldı. Bu da çok önemli ve dünya çapında bir ilk.

Suikasta uğramasaydı, yaşasaydı Lenin sosyalizme bir çıkış yolunu bulabilir, çöküşü engelleyebilir miydi? Bilemiyorum. O denli bir öngörüm yok.

Marks devrim değil dönüşümden söz ediyor. Lenin'in değerlendirmeleri Marksizme ilave bir şey. Kitleler heyecanlıydılar.
Lenin'den sonra ipleri ele alan Stalin'in kendine göre bir anlayışı vardı, zorba, acımasız ve Rusçuydu. Dünyanın tek bir dilde birleşeceği, bunun kademeli olacağı, Sovyet toplumunun da önce Rusça etrafında bütünleşmesi gerektiği gibi faşizan bir görüşü vardı. Kitleler devrimden umduklarını bulamadılar, kamçılı dönem geldi. Biri çalışıyor, birileri de devrim muhafızlığına soyunup yiyordu. Bürokrat, başkalarına uyguladığı sert yöntemleri kendi çocuğuna uygulayamıyordu. Kitleler sonunda heyecanlarını yitirdiler, aldatıldıklarını düşünmeye başladılar. Özellikle köylünün devrime bağlılığı sona erdi. Sistem terörle ve bitmek tükenmek bilmeyen propaganda ve törenlerle, yayın üretimiyle sürdürülmeye çalışıldı.

Merkezî planlama da hantallığı getirdi. Örnek, Sovyetler lubitel marka bir fotoğraf makinesi ürettiler, ülke içine ve uydu ülkelere dağıttılar. İki dünya vardı ya. Elle mesafe ayarı yapabilirsen mükemmel 12 poz çekilebiliyordu. Sosyalist dünya için bu yeterliydi. Ama evdeki hesap çarşıya uyacak mıydı? Japonlar mesafe ayarını otomatik kendi yapan 36 poz çeken, daha ucuz maliyetli fotoğraf makineleri ürettiler. Ortada rekabet dünyası vardı. Bu saatten sonra lübitelin yeri çöplük oldu. Böylece iki değil, tek bir dünya olduğu pratik anlamda doğrulanmış oldu. Daha sonra cep telefonları ve sayısız fil çekme dönemi geldi.

Bütün bunlar dönüşümü işaret ediyor. Dönüşüm ya da gelişim bir anda olmaz, dönüşüm ya da teknik gelişim alanında en büyük yatırımı uluslararası şirketler, özellikle ABD sermayesi yapıyor, para onlarda. Bunun geriye dönüşü olamaz.

Ancak dönüşüm dengelenebilir, zararlı olmaktan çıkartılabilir. Bunun için demokrasinin ve yerel yönetimlerin güçlenmeleri gerekir. AB bu bağlamda önemli bir projedir. AB üst demokratik normları benimsiyor. İleride ABD'nin de dönüşmesi olanaklıdır. Diğer ülkeler mutlaka gelişime ayak uyduracaklardır. Örneğin ABD'nin desteğini çekmesi durumunda Orta Doğu'da hiçbir monarşi ve diktatörlük, İsrail saldırganlığı tutunamayacaktır.

Çin ve Hindistan faktörleri de önemli. Bu iki ülkede Rusya'daki gibi ırkçı/ ezen ulus milliyetçisi görüşler güçlü değildir, imparatorluk diriltme projeleri yoktur.

Bu gelişme trendi içinde RF'deki milliyetçi/ Rus şoven refleksin rekabet edebileceği görüşünde değilim. Türkiye'ye gelince, geriye dönüş projelerinin tutmayacağı, ırkçılığın zayıflayacağı, demokratik dönüşümün rayına oturacağı düşüncesindeyim.

Ancak biz Çerkesler olarak hukuk yolları dışında bir mücadeleye soyunmamalıyız. Ağızlara bal çalınabilir, piyon olmamalıyız. Bakınız yazıda belirttim, 1877'de Türk işbirlikçiliği Abaza/ Abhazları nasıl bitirmiş, yıkımın eşiğine getirmiş. Görevi tamamlanınca Türk çekip gitti.
Bunu gördük. 1877-78 savaşı olmasaydı bugün güçlü bir Abaza toplumu, bağımsız bir Abhazya bile olabilirdi. Zayıf olursan dost - düşman senden yararlanmaya bakar. Acımasız bir dünya var.

Bu bakımdan kuvvet kullanma yollarından kaçınmamız gerekir. Şimdilik bu kadar. Saygılar.

17 Mayıs 2015 Pazar Saat 13:29
hapi cevdet yıldız

Sn. Vahit Erdo, yorum ve görüşleriniz için teşekkürler. Önce şu noktayı düzeltmem gerekiyor, 1924'te kurulan özerk birimin adı 'Lazerifskaya özerk bölgesi" değil, yazı metninde de gösterildiği gibi, "Şapsığ Ulusal Rayonu" idi, rayonun (ilçenin) adı daha sonra değiştirildi "Şapsığ rayonu" oldu. Lazarevsk, rayonun merkezi idi. 24 Mayıs 1945'te rayona "Lazarevsk rayonu" adı verildi ve Şapsığlar denklemin içinden çıkarıldı.

Harita ve açıklamasını metin içinde verdim.
1943 ve 1945 yılları elbette Stalin dönemi içinde yer alır. Bunu daha önceleri defalarca belirttim, burada yazının genel akışı içinde yeniden belirtmeye gerek görmedim. Bir tarih ve politik bilinci olan bunu elbette anlayacaktır.

Şapsığ'ın özerkliğinin kaldırılması elbette Novorossiya/ Yeni Rusya anlayışı bağlamında değerlendirilmelidir. Sizinle aynı görüşteyim. Rus faşistlerine göre, Şapsığe ve Adıgey 'Novorossiya' içinde yer alıyordu ve Rus bedenine batmış birer diken idi. İlki çıkarıldı - Şapsığ özerkliği yok edildi, ikincisi, Adıgey'in yok edilmesi için 1940'larda ve 2006'da (Putin) gündeme alındı ama kaldırılmadı. İlk girişimi, belki bir istisna olarak Stalin engelledi. İkincisini neyin engellemiş olduğu henüz açaığa çıkmış değil.
Bu da Adıgey özerkliğinin ileride kaldırılamayacağı anlamına gelmez. Ancak anayasa değişikliği gerekir, demokratik bir ortamda RF Anayasası'nın değiştirilmesi, hele Adıgey bağlamında neredeyse olanaksız gibidir. RF ve Adıgey anayasaları incelendiğinde durum anlaşılacaktır.

Şapsığ'ın kaldırılma nedeni Şapsığ aydınlarının birçoğu tarafından elbette biliniyor. 1989'da Şapsığe'deki Adıge Xase Başkanı Teşu Murdin'e (Teřı Murdin) durumu sormuştum. Bunu sansürlü olarak "Kafdağı" dergisinde de yayınladım. Daha önce, Adıgey'deki Adıge Xase Başkanı Şhalaho Abu'ya da durumu sormuştum, ama durumu tam bilemiyordu. Bana "Okrug, rayondan büyük bir idari birim, Şapsığlarınki rayon idi, sanırım 1922'de kuruldu, 1945'te de kaldırıldı" demişti. Bu da önde gelen Adıgelerin, biliminsanlarının bile Sovyetler döneminde durumdan haberdar olmadıklarını, bilgiye ulaşım yollarının çok kısıtlı olduğunu belli ediyordu.

Teşu Murdin'den de şu yanıtı almıştım, "Şapsığ rayonu 1922'de değil, 1924'te kuruldu, 1945'te de kaldırıldı. Kaldırılma nedeni, 2. Dünya Savaşı sırasında Karadeniz kıyılarının askerî ve stratejik öneminin anlaşılmış olmasıdır. Böyle bir bölgede Rus olmayan bir birim Rusya'nın geleceği bağlamında tehlikeli bulundu" demişti. 1990'da Şapsığ Halk Kongresi, Rusya Parlamentosu'ndan özerkliğin iadesi talebinde bulundu, konu Rusya Parlamentosu'nda ele alındı. Rusya'da önemli bir yasa önerisinin parlamentoda iki kez oylanması ve çoğunluk oyu ile kabul edilmesi gerekiyor. O takdirde yasa yürürlüğe giriyor. İlk oylamada Şapsığlara eski haklarının (özerkliğin) iade edilmesi önergesi kabul edildi. Rus faşistlerinin tehditleri nedeniyle, biri dışında, Adıge parlamenterler ikinci oylamaya gelmediler, sonuç olarak oylama yapılamadı ve önerge gündemden düştü.

SBKP Lenin'den sonra Rus şovenizminin batağına battı, içten içe çürümeye başladı. Stalin terör ile kitleleri yıldırdı, işçi ve köylü emeğiyle sanayileşmeyi başardı ve putlaştı. Hitler faşizminin budalaca yanlışlarından yararlanmasını bildi ve Batı desteğiyle 2. Dünya Savaşı'ndan zaferle çıktı. Ancak Batı karşısında başarı kazanamadı, yenik düştü. Sanayileşmemiş Doğu Avrupa'yı almakla yetindi.
Daha sonra 'komünist' bürokrasinin çocukları tarla ya da fabrikalarda çalışmayı kabul etmediler. Tembellik ve kayırmacılık giderek yaygınlaştı. Bu da Sovyetleri batırdı.

Günümüzdeki Rusya'nın durumu da iç açıcı değil. Rusya evrensel demokratik ilkelerden sapmış, demokratik değerleri terk etmiş, Batı dünyasını da karşısına almış bulunuyor. Düşünebiliyor musunuz? Rus olmayan Rus harflerini kullanmak ve kendi dilinde haftada 1 ya da 3 ders saati ile yetinmek zorunda. 25 milyonu Müslüman olan 145 milyonluk bir Rusya hegemonik bir devlet olma gücüne erişebilir mi? Putin o iddiada. Ukrayna'yı, ardında Belorusya ve Kazakistan'ı güdümüne alacak, komşularını yıldıracak, hegemonik alan nüfusu 300 milyona doğru büyüyecek...Niyet buydu, yine bu.

Global devrimci mücadeleye gelince, onun adresi şimdilik Dünya Sosyal Forumu'dur. Zaman içinde o yönlü bilinçlenme de olacaktır inancındayım. Saygılar.

16 Mayıs 2015 Cumartesi Saat 12:28
Sitemizin hiçbir vakıf, dernek vs. ile ilgisi yoktur. Sitede yayınlanan tüm materyallerin her hakkı saklıdır. Sitemizde yayınlanan yazı ve yorumların sorumluluğu tamamen yazarına aittir.
Siteden kaynak gösterilmeden yazı kopyalanamaz.
Copyright © Cherkessia.Net 2009 İletişim: info@cherkessia.net