Dünyayı hala öküzlerin boynuzunda duran bir tepsi zannedenlere ithaf olunur…!
Cherkessia net ve Çerkesya Yurtseverleri olarak varlığımızı duyurduğumuz andan itibaren geçen şu kısacık zaman diliminde bu güne kadar yapıp ettiğimiz şeylerin tümü bir halkı anlama ve anlamlandırma çabasından ibarettir. Anlama diyoruz çünkü Çerkeslerin toplumsal karakter aşınmalarının izleri bugün bizi olduğumuz noktaya taşıyan en büyük negatif faktör. Anlamlandırma diyoruz çünkü bu olumsuz gidişatın tersine çevrilmesi, toplumun onu meydana getiren akidelerine geri dönmesi ile ancak mümkün olabileceğini bize, bizimle benzer yanları paylaşan toplumların mücadele tarihi öğretiyor. Önümüzde bu halkların varoluş adına yaptıkları mücadele geçmişlerinin külliyatı durmaktayken Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktu, fakat Çerkesleri dans-kaşen türü eğlence aktivitelerinin gölgesinde apolitik konumda tutma çabalarının nihayetsizliği ve toplumsal yırtılmanın gelişiminden sonra bazı karanlık yanlarımız ve yönlendirilmiş saptırıcılar bu yolu mesken tuttular; neden Çerkes, neden Çerkesya, nasıl bir yönetim, nasıl bir yöntem, faşist mi? sosyalist mi? Binlerce dedikodu kumkuması vesaire. Birçok defa anlatılmasına rağmen anlamamakta kasten karar kılanlara hitaben; lütfen içinizdeki öküze bir kez olsun OHAAA deyin demekten başka söyleyecek söz bulamıyorum.
İnsanı anlama ve anlamlandırma çabasında doğu milletleri ve felsefeleri sanırım batılı halklara bin fersah fark atar. Batının önce mağara hayvanı sonra düşünebilen hayvan olarak kategorize ettiği evladı insaniye, en nihayetinde cebi biraz para gördüğünde en yakındaki bir psikiyatrist e giderek insan olmanın yani eşrefi mahlûkatın ne demek olduğunu anlar. Daha da olamadı, insan olmanın erdemini tatmak isteyen batılıyı fert fert veya öbek öbek ziyaret ettikleri bir Tibet manastırında ya da İslam camiinde diz kırmış boyun bükmüş olarak görebilirsiniz. Doğu insanı için böyle bir problem yoktu, en azından yirminci yüzyıla kadar olmamıştı. Çünkü doğulu öğretiler ta en başından itibaren insanı yaratılanların en şereflisi olarak kabul etmiştir. Fakat burada bir parantez açarsak eğer doğulu öğretiler de insanı tümden iyi olarak kabul etmemiştir demek gerekir.
İnsanın içerisinde bütün baskın iyi şeylere rağmen, kalp mekânının tam orta yerinde küçük kara bir leke olarak kötülükte de bulunabilir. Veya tam tersi çok kötü olarak tasvir edilen bir insanın, varlık haznesinin orta yerinde bir kıvılcım mesafesindeki iyilik uykuya yatabilir. Kesin olarak bilemezsiniz. Katremizi derya ya saldık, katre olan nice anlar, Umman olan bilir bizi misali. Bizim sözümüz sadece içerde tanrı vergisi olarak hazır kurulu bulunan erdem sofrasından iyiyi, güzeli, doğruyu seçerek ortaya çıkarmak yerine ille de içindeki koca öküzü bağırış çağırış dışarı salıverenleredir.
Uzak doğulular bu meseleyi kısaca özetlemişler. Her şey birlikte vardır gibisinden bir yaklaşımla bir küreyi ikiye bölen yayvan çizginin bir yanını beyaz ama içinde siyah bir nokta, diğer yanını siyah ama içinde beyaz bir nokta olacak şeklinde karakterize etmişlerdir. Çinliler buna ying-yang, Koreliler ise um-yang diyorlar. İkisini de bilirim. On beş on altı yaşlarında bu sembolleri görmüştüm. Çünkü benden beş yaş büyük ağabeyim Korelilerin Taekwondo’suna, yine benden iki yaş büyük amcaoğlumsa Çinlilerin Kung-Fu’suna meraklıydı. Gerçi o kadar sene uğraşmalarına rağmen bir şampiyonluk alamasalar da 2ncilik, 3üncülük derecelerine intisap etmişlerdi. Aslında bu bezlerde tarağım olmasa da onları bu mertebeye eriştiren elbette bendim. Antrenmanlarında kasket eldiven giyerek yopchagi, imachegi, dolyochagi, apchegi tekmelerini karşılayan, ayaklı dolyonbeg (kum torbası) olarak onlara hizmet eden, kırmaları için çetejin kiremitlerini aşıran, daha sonra kış yaklaştığında çatıyı babamla birlikte tamir eden de yine bendim. Fazla övünmeden sadede gelebilirsem eğer, şu ying-yang kürelerini ilk defa bu bizim yerli uzak doğucuların spor elbiselerinin (dobok) üzerinde gördüm. O zaman sorduğumda bana iyi ile kötü, güzel ile çirkin gibi bir anlamı olduğunu laflamışlardı. Beyaz ile siyah, melek ile şeytan… Gerisini söylemeyim zira zorunlu hizmetimi birkaç morluk ile tamamladım geçti bitti. Ama hayatın her alanında aynı senaryo ile gün be gün karşılaşmaya devam ediyor bütün insanlık ve tabiî ki Çerkes insanı. Kimi öküzler ise acı patlıcanı kırağı çalmaz misali anlamamakta ısrar ediyorlar ta ki bir patlıcan olmadıklarını ölmeden ancak beş dakika önce idrak edebiliyorlar. Olsun bizim görevimiz insanın aklına hitap etmek, ama iradeyi serbest bırakmak, kimseyi zorlamıyoruz. Bir gün meşe ağaçları Zeus’a şikâyete çıkmışlar, demişler ki en çok baltayı biz yiyoruz, aman buna bir çare. Zeus onlara dönüp; suç sizde keresteniz çok iyi, o yüzden bütün baltaların sapları sizden yapılıyor demiş. Evet derdimiz bu kadar, altını bir kez daha çizmek gerekirse kendi çıkarları için Çerkes halkını onun bunun kerestesi haline getirenlere içlerindeki bencil öküze bir kez olsun ohaaa demelerinin gerekliliğini hatırlatmaktır. Çerkes halkına balta vurmayı bıraktıkları andan itibaren, köşelerine çekilip içlerindeki bencil öküzleri ile kıyamete kadar yaşasınlar kime ne?
Fransız Kalalım Daha İyi!
Geçen ay malum Fransa da bir meclis kararı çıktı, soykırım suçlarını inkâr etmeyi suç saydı. Onlar bir saydı biz beş bilemedin on beş saydırdık. Medya-siyaset ve stk görünümlü çarpık yapılaşmaların üçlemesinde o kadar çok bağırdık ki ne dediğimizi kendimiz bile anlamadık. En çok hoşuma giden de; Fransa sen kendine bak! Türü savunmalardı. Ey içlerindeki öküzleri yeşil çimenlere salan yurdum insanı, asıl sen kendi işine bak! Adam kendi memleketinde yasa çıkartmış sana ne? Beğenmezsen Fransa ya gitmeyi verirsin olur biter. Ermenileri öldürmedik diye illa Fransa da mı konuşmak lazım? Fransızlar bizim bu tutumumuza ne demişler acaba merak ediyorum doğrusu. Herhalde koca bir ohaaa çekmişlerdir. Türk-Ermeni muhabbetinin düğümlendiği nokta olan 1915 olaylar zincirinin teknik boyutu bir yanda dursun ama soykırımı inkâr etmek suç olmasın mı yani? Bosna da, Kosova da, Çeçenistan da, Irak ta daha öncesinde Çerkesya da olanları isteyen inkâr mı etsin yani. Kaldı ki 1915 olaylarını soykırım olarak 26 ülke tanımış, şimdi bu bir bardak suda fırtına koparmanın âlemi ne? Suç varsa kimse üstünü örtmesin arkadaş, bazı öküzlerin işkembesinde tüccar Ermenilerden yağmalanan çil çil altınlar var diye, kovaladıkları İstanbul Rumlarının köşklerine kuruldular aman torunları rahatsız olmasın diye ben içimdeki iyiyi öldüremem. Suç varsa hodri meydan. Ermeniler Kürtlere güvenerek isyan ettiler, çünkü Kürtler Ermenilerden önce Osmanlının tokadını yemişlerdi. Ama Kürtler kendilerinden beklenmeyecek kadar jeostratejik akılla davranarak isyan etmediler, onun yerine Ermenilerin ezilmesini (kendi iştirakleri de çabası) beklediler. Ermeniler gidince Kürtlere kocaman bir hayat alanı açıldı. Birinci dünya savaşında zaten bölgenin Türk nüfusu da iyice azalmıştı, kalan Ermeni ve Türklerin de mühim kısmını asimile ettiler böylelikle Kürtler bir taşla iki değil üç kuş vurmuş oldular. Başa dönersek AB ülkeleri üyelik şartı olarak Türkiye ye bazı reform paketleri sunduğunda, mesela ( 301 miydi ne ) düşünce suçlarını kaldırın dediğinde de biz aynı şeyi yapıyorduk AB sen kendi işine bak! İç işlerimize karışma filan falan. Bizim gibi ilkeli değil ama ilkel benlikle hareket etmeyi seven ülkelerin zamanı başkalarına iş ısmarlamakla geçiyor, kendimizin hukuk, ekonomi, siyaset, teknoloji vb konularda bir şey icat ettiği yok çünkü varsa yoksa içimizdeki öküzün nağmelerini seslendiriyoruz.
İlla Afganistan Mı Olalım Yani?
General Boris Gromov 15 Şubat 1989 günü Afganistan’ın Mezarı Şerif kentini Özbekistan SSC’nin Termez şehrine bağlayan köprü üzerinde yapılan küçük törenin ardından yürüyerek Sovyetler Birliğine geçtiğinde artık Sovyetler Birliğinin Afganistan macerası da sona ermiş oluyordu. Sovyetler yaklaşık 10 yıl süren işgal savaşından pek bir kazanç elde edemeden ayrıldılar, gerçi askeri olarak yenilmediler ama stratejik hedeflerinin hiç birisine de ulaşamadılar. Bu kadarı bile büyük devlet geçinen bir organizma için hayati bir yara anlamında gelir. Sovyetler Afganistan ı terk derken müttefikleri olan Necibullah hükümetini, silah, teçhizat ve teknik eleman yönünden oldukça tahkim etmişlerdi. Nitekim Afgan direnişinin bel kemiği olan mücahit gruplarının işgalin bitiminden hemen sonra başken Kabil i ele geçirerek Sovyet yanlısı hükümeti devirecekleri tahmin edilmişse de, Sovyetlerin gidişinden yaklaşık 3 yıl sonra bile Necibullah hükümeti ayakta kalabilmiştir. Neticede SSCB’nin çöküşünün ardından arkasındaki lojistik desteği kaybeden Necibullah tarihin kendisine ayırdığı tozlu parşömenlerdeki yerini aldı.
Fakat Afgan halkının dertleri sosyalist Necibullah hükümetinin yıkılıp gitmesi ile sınırlı değildi. Her biri başkent Kabil’in bir kısmında karargâh kurarak iktidara yerleşen belli başlı yedi İslami Mücahit grubu bu seferde kendi aralarında çatışmaya başladılar. Mücahit gruplarının kendi aralarındaki çatışmalar, Çarasyab kasabasından Kabil i roket yağmuruna tutan Hikmeyar milisleri, on yıllık Sovyet savaşında bile çok az zarar görmüş Kabil ve büyük kentleri harabeye çevirdi. Halk yine yollara döküldü, iktidar hırsı her şeyin üzerine çıkarak, halkta var olan bütün iyi olanı susturdu. Bunun üzerine Afgan halkının diline durumu özetleyen bir vecize yerleşti; Yedi Keçinizi Alın, Öküzümüzü Geri Verin… Yedi keçi, belli başlı yedi mücahit grubu, öküz ise eski devlet başkanı Necibulah’tı. Sonuçta ‘’dost gözüken’’ değişik ülkelerin stratejik ve ideolojik egemenlik alanına alınmaya çalışılan Afganistan ve bunun için desteklenen mücahit grupları uzun ve kanlı hesaplaşmalarını sürdürdüler, ülke bir defa daha yıkıldı. Pakistan destekli Taliban milisleri süpürme hareketleri ile kısa sayılabilecek bir sürede Afganistan a egemen oldu. Öyle ki Penchir Aslanı lakaplı ve askeri tarihçiler tarafından dünyanın önde gelen gerilla taktisyeni gösterilen A.Şah Mesut, birkaç defa ağır hezimete uğrattığı Taliban a karşı son defasında Kabil’i savaşmadan terk etti. Bu ise ününe gölge düşürdü. Yapacak bir şey yoktu, çünkü yanındaki komutanları bedeli mucibince satın alınarak saf değiştirmişlerdi. Bunu sezen Şah Mesut Kabil i Taliban’ın insafına bırakarak çekildi. Taliban’ın gelişi de Afgan halkının dertlerine derman olamadı, Sovyet işgali derken Mücahit iç savaşları ile bütünüyle yıkılan bir ülkenin imarı, iskanı gibi sorunlarla uğraşmak yerine Taliban, kadınların etek boyu ile erkeklerin sakalına kafayı taktı. Ve bunlarda yetmezmiş gibi iktidara gelişinin ardından kısa sürede küresel cihat sektörüne kayarak halkının çektiği acıları ve bitmeyen dertlerini göz ardı etti. Afganistan 11 Eylül saldırıları ertesinde bu seferde Taliban-ABD savaşı ve ABD işgali ile yıkıma götürüldü. Kendine özgü kavramsallaştırma yeteneği ve gücü olan alan İslami referans kaynaklarına göre Afganistan’ın içine düşürüldüğü iç savaş durumu fitne kavramı ile tanımlanabilir. Fitne, yani merkezde savaş, İslami düşüncenin kendisinde görmek isteyebileceği en son, hatta en acil durumdur. Şimdi Afganistan halkının uğradığı zararın hesabını yapabilecek kim var, dahası milyonlarca insanını mağduriyetinin cezasını kim çekecek?
Bu manzara barış içerisinde, huzurla yaşadığımızı varsayan bizlere biraz olsun tanıdık gelmeli! Diaspora Çerkesleri arasında Afganistan’ın yaşadığı trajedinin daha küçük ölçeklisi olsa da, pek çok benzer yanlarını paylaşan Çeçenistan pratiğini dilinden düşürmeyenler var. Hayatlarında kimseye ciddi anlamda düşmanlık güdememiş birkaç keçi ve birkaç öküz, bütün kuzey Kafkasya’nın Afganistan ölçeğine taşınmasını halka benimsetme arzusunu şiddetle savunuyorlar, teknokratların işlevselliği şeytanlaştırmasına bezer şekilde oturdukları yerden kurguladıkları savaş düzeninde pozitif çirkinlikten başka bir şey üretmeyecek gelecek varsayımları uğruna milyonlarca masum insanın acı çekmesini bekliyorlar. Biz dışarıdakiler Afganistan veya Çeçenistan da olup bitenlerden yalnızca Rusya’yı sorumlu tuttuk, herkes açısından kolay bir yaklaşımdı bu. Ama bu ülkelerin kendi kendilerine verdiği zararları göremedik. Rusya çekilip gittikten sonra yaşananlarla pek ilgilenmedik.Çünkü halkları köksüzleştirerek köleleştirenleri iyi tanıyamadık. Kendi oligarşilerini kurup idame ettirmek isteyen odaklar bazı coğrafyalarda İslam adına, kimi bölgelerde sosyalizm adına, başka bir yerde ulusal modernizm adına daha doğrusu bu kavram güçlerinin ardına sığınarak, farklı halkları ve çoğu yerde kendi halklarını köksüzleştirerek köleleştirdiler.
Günümüz Çerkesya’dan arta kalan haritaya baktığımızda olduğu gibi gözüken trajik geçmişimiz, çöküşün ve sürgünün sadece Rus işgali gibi tek yanlı sebeplere dayanamayacağını, ülkesel zafiyetlerin de bu trajik son da etkin faktörlerden olduğunu bizlere gösteriyor. Buna rağmen hala halkın toplumsal bilincinde yani varoluşun merkezinde savaş (fitne) çıkartmak için sağa sola yazıp çizen, Çerkes halkının zihnini kirletmeyi amaç edinen, Çerkesya ve Çerkeslere ithamlar yakıştırıp, hakaretler eden fitne kumkumaları, kendimiz ve bir bütün olarak Çerkes halkı adına düşünebilme yeteneğimizi oluşturan zihni kıstaslarımızı, tarih bilgilerimizi, kavram melekelerimizi kuşatma çemberine alınarak yok etmek için beyhude uğraşıyorlar. Çerkesya fikrinin demokratik usuldeki tartışmalar ve sonucundaki mülahaza neticesinde Çerkes insanın dimağındaki yerini almaya başlamasından sonra artık bu sürecin durdurulmuş, yaralı bilincimizin onarılarak, bir daha asla Çerkes, Çerkeslik ve Çerkesya’nın merkezinde bir kargaşaya izin vermeyecek şekilde tahkim edildiğini düşünüyorum. Fitne, kendi kendini zehirleyerek, keçiler ve öküzlerle aynı akıbeti paylaşarak ortadan kalkacaktır.
Suriye Çerkeslerine Ne Olmuş Ki?
Son gelen haberlere göre on aydır kanlı hesaplaşmaların sürdüğü kapı komşumuz Suriye deki Çerkes soydaşlarımızın durumu fevkalade iyiymiş. Bu Pazar günü ailecek pikniğe bile çıkmışlar! Hatta haftaya kıyı şehri Lâskîye de organize edilecek plaj şenliklerine Türkiyeli Çerkesleri de davet etmişler. Kumda şeşen nasıl oynanır onu göstermek istiyorlarmış.İmza Şaraf ABAZA! Suriye gizli servisi El-Muhaberat yetkilisi, bilumum halk işleri sorumlusu, DÇB delegesi vs… Aman da aman ne güzel, bizde durduk yerde üzülüyorduk. Çerkesya net ve Çerkesya Yurtseverleri olarak Suriye Çerkes diasporasının muallâkta kalan durumunu bir tek biz takip etmiyormuşuz demek ki? Hatta bazılarımız gerçek durumu öğrenmek için Suriye ye gitmeye kalktılar, kimisi saha elemanları daha çok olan Kaffed veya muadilleri neden bir ses çıkarmıyorlar diye kızdılar. Üstelik olayların yankısı kapı komşusu Türkiye yi atlayıp ta Çerkes Cumhuriyetlerinden duyulmuşken! Hatta Suriye Çerkesleri kendilerine en yakın ülke ve soydaş olarak Türkiye Çerkeslerine değil de anavatan Çerkeslerine neden müracaat etmişlerdi ki? Wolehi benden söylemesi, bilgi destek şubesinden gelen o notun altındaki imzayı gören hiçbir Kaffed’li veya daha savaşkan muadillerinden birisi, artık Suriye Çerkes diasporasının durumu hakkında en küçük bir olumsuz açıklama yapamaz. Adam hem istihbaratçı hem de ABAZA, bu evsaftakilerin burada da pek çok nevi var. Onun için Çerkesya net ve Çerkesya Yurtseverleri dışında kimsenin ağzını bıçak açamaz. Esat ve adamları Çerkeslerin nalına da mıhına da vururlar, hatta halka açık törenlerle Çerkesleri kurban ederler ama Türkiye Kafkas örgütlerinden hiç kimse bir Abaza’nın ilettiği, Hişşşt Sessiz Olun Lan şeklinde tercüme edilebilecek bir uyarıya ses çıkartamaz. Çıkartmaz çünkü zaten bu otarşik yapılaşmalar Çerkes değildir, Çerkesliği de kabul etmez, Suriye de Çerkesler zor durumda diye kapılarını çalarsanız size aaa Çerkes mi? O da ne yahu? Diyebilirler. Türkiye de ki Kafkas örgütleri zaten Abazalarındır. Ya da Abaza-Wubıh ortaklığındadır. Kıyı halkları olarak ikisi de siyaset yapmayı iyi beceriyorlar doğrusu, Bu Kafkas menşeli dernekleri, Abhazlar sulu dereye götürür de susuz geri getirir, sonra da istediği yere çevirip sağlam bir kazığa yularını bağlar. Çerkesler her zaman olduğu gibi kendi başlarının çaresine bakmak zorundadır. Aslında Suriye Çerkesleri de anavatan Çerkesleri de bizim yani Türkiye Çerkeslerinin gerçek durumu biliyorlar. Örgütsüz olduğumuzu, Kafkas vesaire türünden idare-i maslahat icabı tedavülde dolaştırılan tanımlamalarla uyutulduğumuzu, kendi içimizden yetişen öküzlerin ben merkezli çıkar ilişkilerinin böğürtüleri yüzünden ulusal dava diye bir şeyimizin olmadığını gayet iyi biliyorlar, o yüzden tenezzül edipte bizim Kafkaslı asil ve yiğit kurumlarımıza müracaat etmiyorlar. Ne diyelim elimizden gelen dua etmek, bir musibet bin nasihatten evladır derler, Suriye Çerkeslerinin durumu anavatanda hayırlı bir kavuşma ile neticelenir inşallah.
Küçük Abhazya bile Çerkes Sorunu yoktur, Çerkeslerin Politikleşmesini İstemiyoruz, Çerkes Sürgünü ve Soykırımı diye bir şeyi tanımıyoruz dediğinde bu yiğido,gakkoş,dadaş,samuray,abreg geçinen kurumlarımızdan bir ses çıktı mı? Nerdeee? Onun yerine nerdeyse kendilerine bir küfür etmediği kalan Abhazya başkanı ile fotoğraf çektirme yarışına girdiler. Pes yani. Kaldı ki Esad’ın Suriye’sine laf etsinler, mümkün mü Allah aşkına?
Ama daha enteresanı da var, yakınlarda yapılan cemiyetin kongresinde Çerkes yoktur, Çerkesce yoktur, Çerkes derneği adını alırsanız sokağınızdan dahi geçmeyiz, kızlarınızı bile boşarız diye resti çekmiş kimi Abazalar ile Wubıhler. Komuta konseyi de naspın reste rest diyecek halleri yok ya, hem bu güne bugün kanka, akraba, yoldaş, amir, memur, sloviki gibi ortak geçmişleri varken Çerkesin can damarı ile ilgili bir konuyu gündeme bile alamamışlar. Hele bir alsalar, hatta bir de kabul etseler evet biz Çerkes STK’sıyız deseler nolur; ertesi sabah polis basar genel merkezi, basmazsa bastırırlar merak buyurmayın. Ayrıca Çerkesya Yurtseverleri olarak bizde taktik bir hata yaptık, benim gitmeyin, boş verin demem rağmen gittiler bu ayrı bir konu, asıl hata biz Çerkes Derneği olun demeyecektik bunlara, Mezopotamya Derneği veya Anadolu Kültür Laleleri Derneği ya da başka bir isim alın deseydik kim bilir nasıl bir coşku ile kabul edeceklerdi, bizim açımızdan da sorun pratik olarak çözülmüş olacaktı. Aynayı çevirip aha işte sizi faka bastırdık diyebilirdik. Fırsat kaçtı. Zaten canım kim ne yapacak ki Çerkes derneğini demi ya? Sen Çerkes yok desende, biz Çerkes derneği istemiyoruz desen de, Çerkes Sürgünü yok desen de, yine de bizim Abhazya için ölürüz diyen zenci Çerkesler alkış tufanını koparmış. İsteyen yüütüp video channel den izleyebilir. Bir Demir Lady yurtsever ise olup bitene şaşı kalıp, yuh deyi vermiş. İyi de yapmış. Ben de yuh diyorum ekstradan ekliyorum; sayın muteberler lütfen bir kez olsun en azından kürsüye çıktığınızda bari içinizdeki Öküze Ohaa deyin… Pervasızlık o kadar almış başını gitmiş, çekinecek kimse, hiç bir şey yok. Bu tiyatroyu alkışlayan figüranlara da rol modellerini iyi benimsemiş oldukları için on puan veriyorum ayrıca. Körle yatan şaşı kalkar nasılsa. Bir başka imece Kafkasya programının daha videosu var orada Kafkasyalılar soruyor, Kafkasyalıların duayeni, politika, tarih potpuri solisti edasıyla cevaplıyor; gayet rahat Abhazya diyor, Abhaz diyor, Wubıh diyor, Çeçen diyor, Çeçenistan diyor, Dağıstan diyor, Oset diyor, Osetya diyor, ama Çerkes diyemiyor, Çerkesya diyemiyor… ıkınıyor sıkılıyor ama herhalde yemin billah etmiş olacak ki (yeminini bozarsa haddi şurb yapmak gerekir) Çerkes demiyor. Oysa Çerkes olmadan Kafkasya’nın hangi tarihini, hangi siyasetini anlatabilirsiniz ki? Sonuçta kimse bir şey anlamıyor söylediklerinden. Yaptığı bizim Çerkeslerin canı sıkılan köylü sakalını traş eder mealinden öteye gitmiyor.
Aslında üzerinde fazla durmaya gerek yok bu tür ilişkiler yumağının, dernek demek netice de cemiyet, topluluk demektir. Bir halkı temsil etmez, edemez. Bunun için meşruiyetleri yoktur. Kendi hallerine bırakın yedi uyurlar gibi kalsınlar, ayıkacakları vakte kadar. Zaten onlarda Çerkesler ile ilgili bir problem olduğunda ne sorunu ne çözümü kendi üzerilerine almadıkları için bunu yeterince belli ettiler. Mesela 21 Mayıs Beşiktaş etkinliğinde spiker kız elindeki mikrofondan şöyle bağırıyordu; Dağıstan da, Çeçenistan da, Osetya da, Karaçay da, Abhazya da veeee kuzey batı Kafkasya da direnişin bitmesi ile sürgün edilen… Yanımda duran arkadaş ile bakıştık kuzey batı Kafkasya neresi la? Çerkesya değil mi? Dedi. Hee dedim. Eee neden lafa limon sıkıyorlar ki?
Sıkıntı biraz da bizim onlardan bir şey bekleyen taraflarımızda. Bunlardan Çerkeslerin hayrına hiçbir iş çıkmaz. Baksana 140 yılın başı Çerkesler bir şey istemek için miting yaptı demedikleri kalmadı. Ne var? Abhazya’nın bilmem nesi için ölmeye hevesleneceğine çocukların için hayırlı bir iş yap. Çerkes sorunu siyasalaştığında, biz kültür cemiyetiyiz diyorlar, Çerkesler kültürel sorunlarına yoğunlaştıklarında ise, bizim böyle bezlerde tarağımız yok deyip kayboluyorlar. Ya da sürgün olayı gündeme geldiğinde hiç sürgün olmamışların adını ve ülkesini biiir biiir sayıp sıra Çerkeslere gelince pısss! Kim den korkuyorsunuz bu kadar, kim havanızı söndürüyor sizin söyleyin de bilelim? Kimden ne kadar gebe kalmışsınız anlatında bir daha kapınızı çalmayalım…
‘’Kadınlarımız beyaz adamın aynasından dünyaya bakmayı sevdiler, biz onun için yenildik demiş Oturan Boğa… Oturan Boğa savaşarak yenildi her erdemli insan gibi kalp gözü açık olarak doğruyu söyledi, bizimkilere de Allah kalp gözlerini açmayı nasip etsin ama bunun iki şartı var önce helal rızıktan yemeli ve sonra riyakârlıktan kesinlikle uzak durmalısınız. Göçmene sürgün dememeli, sürgüne sürgün demeli aynı zamanda da Çerkese de Çerkes demeyi öğrenmelisiniz. Yoksa daha çokk ohhaa yersiniz.
Ah Şu Güzel Ülkem Ubıhistan!
Yaklaşık 5-6 senedir bilgisayar kullanıcısıyım. Bizdeki merak değil de, elindeki kutu ile ne yapacağını bilememekten kaynaklanan bir handikap. İnternet âlemi ile tanışınca ilk yaptığım şeylerden birisi hazreti google a Çerkes yazmak oldu. O günden bu güne işin içinden çıkamadım. Hayır sorunun büyüklüğünden veya sofistike oluşundan değil şikayetim, birileri bilinçli olarak pireli köpeğin kuyruğunu ısırmaya çalışması gibi aynı fasit dairede dönüp durmamız için ellerinden geleni yapıyorlar. Çokta başarılılar görünürde. Şeytan düğünü yapar gibi gece yarısı halka olmuşlar sen ne kadar uzak durayım desende ara sıra dairenin ortasında buluyorsun kendini. Geçenlerde takıldığım bir olta sonucu bu yazıyı yazıyorum. Konu şu üst başlıktaki gibi. Her ne kadar ilk on biri tamamlayıp bir türlü sahaya süremeseler de, sinek küçük ama mide bulandırır türünden bin türlü tevatürle Çerkesleri meşgul etmeye devam eden bir konu.
Maalesef bazılarımızın kafalarındaki zihinsel haritada derin boşluklar var, daha doğrusu kafasının içine su giren bir takım kişiliklerin zihinsel melekeleri ile birlikte zihni haritalarının bir kısmı da silinmiş. O büyük boşluğun yerine ödünç akılla sokuşturulan bir takım protez doneler kondurulmuş, ya tutarsa diye. Reel haritada birkaç milimetre kare alanı ancak kaplayan bir mekân üzerine (ülke diyemiyorum) sabaha kadar çene çaldık. Ubıh milliyetçilerinin derdini hala anlamış değilim esasında. Konunun ana mecrası Ubıh milliyetçileri için (bence doğrusu Wubıh olmalı ama onlar ısrarla Ubuh veya Ubıh dedikleri için böyle yazıyorum, sonra kendilerinden bahsettiğimi anlamaya bilirler.) şu kadar; Bir, biz Ubıhler Çerkes de değiliz, Adıge de değiliz, iki; güzel ülkemiz Ubıhya yı size yedirmeyiz, üç; Çerkesler Rusya ile işbirliği içinde oldukları için savaşmıyorlar, biz en savaşkan olduğumuz için savaşacağız.Wolehi Çerkeslerin toprak problemi olduğunu zannetmiyorum yeterince toprağımız var çok şükürsss bu bir, işbirliği hikâyesine sonradan döneceğim iki, Ubıhistan ı biz yiyemezsek Rusya size de yedirmez merak etmeyin bu da üç.
Wubıhlerin Çerkes olmadığının delillerini şimdiye kadar hiç kimse üçü bir arada olarak getiremedi. Tek nüans Wubıhçe denilen bir dilin yakın zamana kadar süren varlığı, ama bu dilin neden bütün Wubıhler tarafından konuşulmadığının daha doğrusu geçmiş hafızaların bütünde neden bu dilin az buçuk kayıtlı olmadığının cevabı da en az bu dilin kökeni kadar meçhule yatan bir sorun. Zaten sokma akıl hocalarının cevvale yatma kurslarından başarıyla mezun olan Ubıh milliyetçileri, Ubıhlerin kökeni konusunda da esrarengiz takılmayı seviyorlar. Kökeni tam olarak bilinmeyen diyorlar.. Ne demek bu şimdi? Lafın sonu nereye gider hesap etmiyorlar hiç.
Bence ve pek çokları gibi Wubıhler anadan babadan Adıge dir, Çerkestir. Dil meselesi ise ancak Hazar dilinin çözülmesi ile sonlandırılacak bir problematik sadece. Nitekim Hazar alfabesi yakınlarda çözülmüş. Yani Latin alfabesine karşılık gelen ses dizimi ortaya çıkartılmış, ilginçtir ki Hazar alfabesi de Wubıhçe gibi 84 harf ve sadece kullanım yerine göre 2-4 arası sesli harfe sahip. Wubıhler acaba Hazar Yahudilerinin bakiyelerimidir? Haydaaa Hazarlar tamam da Yahudilik de neyin nesi? Hazar devleti bir Türk-Yahudi devleti olarak anılıyor bilirsiniz. Öyledir veya değildir ama bu unsurun içinde hatta ortaklık mertebesinde Çerkesler var. Buda bilinen bir gerçek. Hazarlar yıkıldığında ise bu bölge yani Kafkasya Çerkeslerin elinde kalıyor ta ki 18nci yüzyıla yani önce Tatar daha sonra da Rus ilerleyişine kadar. Tatarlar çok önemli olmasa da Rus ilerlemesi Kuban ve Terek ötelerinde ki Çerkes izlerini neredeyse tamamen silmiş vaziyette. Burada bir not olarak şunu düşmek lazım, Kafkasya’nın 15–16–17 yüzyıllarına ait ellerindeki haritalarda Çerkesya yazan ve bakın siz Çerkes=Adıge diyorsunuz ama bu haritalarda Çerkesya olarak neredeyse bütün kuzey Kafkasya gösterilmiş dolayısıyla Çerkes demek kuzey Kafkasyalı demektir diyen aklı evvellere veya K.Aslanbeç’in İki deniz arasında tek bey bulunur sözünü ideolojilerinin temel direği yapmak isteyen akıl noksanlarımıza şunu söylemek lazım; Evet oralar Çerkesya idi. Oralar Çerkeslerin yönetiminde idi. Osmanlının üç kıtaya hükmettiğini idrak edebilen beyin lopları Çerkeslerin bir zamanlar kuzey Kafkasya’nın hâkimi olduğunu neden anlamak istemezler ki? Daha da ikna olmayanlar Çeçen yazar Sadullayev’ e müracaat edebilirler. Çerkesin kim olduğunu bütün dünya biliyor ama bir tek bizim ileri zekâ Çerkesler bilmiyor, bilmek de istemiyor.Konumuza dönecek olursak Wubıhçe Hazar devlet dilinin kalıntısı olabilir. Bu dil bir zamanlar bu devletin ortağı kademesinde olan bütün Çerkes yönetim sınıfları tarafından biliniyordu. Hazarlar yıkıldıktan sonra da bu dil Çerkes süzerenleri tarafından bir nevi kendi aralarında haberleşme lisanı olarak kullanılmaya devam etti. Böyle bir dilin Çerkes soyluları arasında konuşulduğunu kronikler yazıyor. Fakat kuzeyden gelen Tatar ve Rus işgal dalgaları Çerkesleri zayıflatarak iç içe geçirmesi sonucunda yeni yönetim sınıfları ortaya çıktı. Veya zamanla bu dil tıpkı Latince örneğinde olduğu gibi konuşanı kalmadığı için öldü. Ama sarp dağ yamaçlarında yaşayan Wubıh asilleri arasında varlığını korudu. Nitekim Wubıhçe sahilin değil dağlı halkın dilidir. İzole mekânlarında yaşayan bu asilzadeler ve uyrukları bu dili korudular ta ki Rus işgali onlara da erişinceye kadar. Dolayısıyla Wubuhçe denilen dilin bir zamanlar Hazar devletinde yer alan Çerkeslerin dili olduğunu öne sürmek olasıdır. Hazar alfabesi ve Hazar denizinin hemen kuzeyinde yapılan kazılarda aynı Çerkeska ve Çerkes örme zırhları giymiş asilzade mezarlarını bulunması bu mezarlardan çıkan Çerkeslerinde yakın zamana kadar kullandığı kılıç,kama,miğfer,örme zırh gibi materyallerin bulunması beni bu düşünceye sevk etti, paylaşayım dedim. Konu ile alakalı olarak Latince verilebilir. Latince asırlar öncesinden ölü bir dil olmasına rağmen İngilizlerin imparatorluk devlet dili olarak 19ncu yüzyıla kadar konuşulmuş, yazılmıştır. Normal İngiliz vatandaşları bu dili bilmez ve kullanmazlarken İngiliz devleti bunu devlet bürokrasinin dili olarak canlı tutup korumuştur. Veya ikinci ve daha az uygun bir örnek olarak Fransızca verilebilir. Bugün AB ülkelerinin hukuk dili Fransızca dır. Neden çünkü hukuk konusunda en işlevsel dildir. İngilizler, Almanlar gibi büyük ülkeler bile AB iç hukukunda Fransızca konuşur yazarlar. Hazar devlet dili de belki Çerkesce’nin bir kolu olarak uzun yıllar konuşulmuş fakat son Wubıhle birlikte nihayete ermiş olabilir.
Doğrudur veya yanlıştır zaman gösterecek önemli değil. Peki Wubıh milliyetçisi geçinenlerin derdi ne? Ayak takımını ele almaya gerek yok. Onlar sokma akılla ancak evlerinin önünü önü boyalı direk, yerden yere vurdun sen beni felek türküsünü söylerler. Hazımsızlığı iyi tanılayabilmek ve teşhisi koyabilmek için bu öğretiyi yayan Wubıh şeyh üs süferasının dertlerini çözümlemek, özellikle de içlerinde biriktirdikleri Çerkeslere karşı duydukları bu rahatsızlığın, öfkenin nedenini kavramak gerek.
Bunun iki nedeni olabilir kanısındayım. Birincisi dâhili, ikinci daha bir dâhili, aynı coğrafyada yaşayan, aynı dili konuşan, aynı elbiseyi giyen, aynı şarkıyı söyleyen, aynı yemekleri yiyen ve aynı zulmü tadarak elim akıbete sürüklenen bir halkın, küçük bir kısmında diğer büyük kesime karşı alevlendirilmeye çalışılan düşmanlığın ilk bakışta harici (toplum dışı) bir nedeni gözükmüyor çünkü. Birincisi ve ilk dâhili sebep, daha Osmanlı döneminden başlayan Osmanlı-Wubıh civan dostluğunun getirdiği nimetlerin tükenmesidir. Yeniden yapılanan Türkiye halkları kompozisyonunda sadık ahali olarak Wubıh süzerenlerinin rol kapma istencidir. Geçmişte Osmanlı veya Cumhuriyete herhangi bir sorun çıkartan Çerkes bölgelerinde veya köylerinde operasyon yapıldıktan, asiler bölgeden temizlendikten ve sivri kişilikler uzun askerlik süreleri ile bir nevi sürgüne uğratıldıktan sonra bu klandan yöneticiler o bölgeye tayin olunurdu. Yöre Çerkeslerinin devlet ile ilişkilerini, söz gelimi arazi sorunları veya jandarma ile irtibatları, kimin askere gideceği vesaire bu atanmış yöneticiler eli ile yürütülürdü. Basit bir Çerkes kişisi devlet dairesindeki işini ancak bu atanmış devletlular vasıtasıyla çözebilirdi. Etraflarında hangi dolapların döndüğünü bilmeyecek kadar kandırılan Çerkesler için, bu klikler saygın ve muteberdirler. Zamanla köye dışarıdan geldiği de unutulurdu, köyün kurucusu beyi atamanı oluverirdi. Asaletini ne kılıcının keskinliği ne de sofrasının zenginliğinden alan bu devletlû rical, Çerkesleri uzun süre boyundurukta tuttular. Bir nevi meşe kerestesi olarak kullandırdılar. Şimdi böyle bir üst otoriteyi Çerkesler pek sallamadıklarından kızıyor olabilirler. Veya eski görevlerine iade istiyor da olabilirler.
İkincisi ve daha çetrefilli olanı ise hakikaten bu Ubıhistanın kurulması meselesinin gerçeğe dönüşme sürecinin sancısı olabilir. Malumunuz Abhazya’nın yaklaşık 1/3 toprağı olan kuzey bölgesi Çerkesya’nın Wubıh bölgesinin bir parçasıydı. Bin dokuz yüz otuz dokuzda Abhazya’nın SSCB süper liginde küme düşürülüp Gürcistan’a bağlanmasına sus payı olarak hediye edildi. Şimdilerde Wubıhler aslında Abhazdır söyleminin bir dayanağını da bu hediye topraklar oluşturuyor. Abhazya yönetimleri de Çerkesler içerisinden sadece Wubıhlere koşulsuz vatandaşlık hakkı veriyor. Oysa Rusya’nın en amansız düşmanı, Çerkeslerin en korkusuzu olarak anlatılan Wubıhlere Abhazya’nın bedava vatandaşlık vermesi Rusya’nın izni ile oluyor. Diğer pısırık Çerkeslere ise Rusya kolay vatandaşlık verdirmiyor, bu denklemde bir yanlışlık var ama ne? Neyse de bu himmete mukabil Ubıh milliyetçileri de, Abhazya ile arayı ısıtıp Çerkesler ile aralarında nedense buz dağları inşa etmeye çalışıyorlar. Bahse konu Ubıhistan’ı size yedirmeyeceğiz kelamının anlamı böyle bir şey olsa gerek. Veya Ubıh milliyetçilerinin (herhalde) bir diğer korkusu ise Rusya’nın uyanarak bu bölgeyi Abhazya dan geri istemesi ve neticede elini kolunu sallayarak gittikleri vatanlarını geri dönüşümsüz bir şekilde ikinci kez Rusya ya ilhak olma korkusu olabilir. Oysa Rusya uyumuyor zaten. Hatta bu tür korkuları da hep kahraman milliyetçileri de hesaba katacağı bir planı dahi olabilir. Mesela Abhazya’nın kuzeyinde bir Ubıh özerk okrugu, güneyinde ise bir Ermeni özerk okrugu kurdurabilir. Böylece Gürcüstan’ı da güneyinde ki Chaveti ile kuzeydeki Ermeni okrugu ile kuşatır, mesele Ermenistan’ın denize bir açıklığının bulunması ise bulunmaz fırsat. Bizim Türkiyeli Wubıhlerin ekâbirleri de bu Ubıhistanın yeni kralları olabilir mesela. Küçük olsun benim olsun hesabı. Ateşli kahramanlarımız bir anda Kremlinin şeref misafiri olup Putin’e dudaktan yapışabilir! Ne var? Bakmayın öyle. Bu millet tarihinde kaç dalga dümen gördü! Hem o küllerine altında ne közler için için yanarak tütüyorlar. Külleri biraz eşelemeniz yeterli, ne cevherler çıkacaktır ortaya. Netice de parlak gözleri buradan Maykop’a baktığında sadece sonbaharın hüzün sarısını görüyorlar, ama Abhazya ya döndüklerinde yüzlerini, mübarek ülkenin mübarek yeşilini görüyor da olabilirler. Yeşil yani $ yeşili. Boşa dememiş Çerkesler terkine aldığın eğeri alıp kaçar diye…İşbirlikçilik meselelerini de geçtikten sonra kala kala savaşkanları Kafkasya kıyılarına uğurlamak kalıyor. Ubıh milliyetçileri Kafkasyada kalan Çerkeslerin Rusya ile savaşmadıklarına da kızıyorlar. Nitekim en savaşkan tarifeden olduklarını beyan eden Ubıh miliyetçilerini tutan yok valla, Halep şurda ise Soçi de aha oracıkta çok istiyorsanız gidip savaşın kardeşim tutan mı var? Yok, Çerkesler de gelsin diyorlar, evet Çerkesin olmadığı yerde kimlerin ne hallere düştüğünü iyi biliyoruz değil mi?
Aslı astarı olmayan Ubıh milliyetçiliğinin geldiği son nokta kişisel gelişim kitaplarında anlatılanlara inanmışların haline benziyor, ne diyor bu kitaplar; İçinizdeki devi uyandırın ey cücükler! Kendinde bir maharet olmayan tırtlar hep bunları okur, ezik büzük hayatlarının yolda elini kolunu açıp yürüyerek düzeleceğini, öz güvenlerinin geri geleceğini sanırlar. Kişisel gelişim kitaplarını pek çoğunun kapağında içinizdeki devi uyandırın yazıyor evet, bu telkini içinizdeki öküzü koyuverin diye anlayanlar, günümüzün serbest piyasa ortamında öküzlüklerini çayır çimen demeden sere serpe reklam ediyorlar… Ohaa demeye gerek yok bunlara bırakın öylece öküzce kalsınlar. Nede olsa dünyayı kendi boynuzlarında duran bir tepsiden ibaret zannediyorlar. Yine de şunu söylemek gerekir yol geniş, pazar açık, siyaset o da gırla var; kimse itiş kakışa yeltenmeden ya ne istediğini adam gibi söylesin ya da çekip işine baksın. Bize Çerkesim-Adıgeyim, Çerkesyalıyım diyen Wubıhler yeter de artar bile.
El-Cevziyye’den; Mazlum kılığına bürünmüş zalimi ve suç kendinde olduğu halde şikâyet edeni Allah kahretsin, Hem büyük bir gayretle yüz çeviriyor, hem de beni kurtarın diye bağırıyor. Üstelik sırtını kapıya vermiş, hatta kapıyı kendisi kilitlemiş, anahtarını da kırmış!Bu sevda bitmez dedikleri gibi bu konularda bitmez. Halk olamayan, örgütlenemeyen toplumların sırtı hiç yerden kalkmaz. Aslında Türkiyeli Çerkeslerin, Kürt, Ermeni, Alevi ve bilumum siyasal antropoloji dallarında at koşturan, görev edinen ama iş kendi milletine geldiğinde yaw geçen bayram memlekete gittim Çerkesler köyde toplanmışlardı her şey güllük gülistanlıktı, Çerkeslerin hiçbir sorunu yok diyebilen aydın geçinen sol yanına da bir bindirme vardı ama başka zamana kaldı. Tartıştığımız meselelerin bir nevi özeti Çerkeslik denen metnin, söylencenin, tarihin, sosyal hislerin ete kemiğe bürünmesi cisimleşmesi yok olmadan, gelecekte de varlığını geliştirerek devam ettirmesi, öte yanda Çerkesi inkar edenlerin beyanlarındaki biçim ve söylemin birbirini yalanlayarak yok etmesini açığa çıkartmaktır. İşin ironik yanı dün Türk milliyetçisi Çerkeslere, Çerkeslerin Türk olmadığını, bir tarihleri, bir dilleri, gelenekleri olan bir millet olduklarını anlatıyorduk, onlar anladılar, kavga gürültü etmeyi kesip ya Çerkes oldular ya Türklüğü gerçekten kabul ederek toplumdan ayrıldılar; hiç sorun değil, insan kendini nasıl hissediyorsa öyledir muhtemelen. Artık kimse öküz gibi çıkıp da Çerkesler bir Türk boyudur filan demiyor. Bu gün ise maalesef Çerkese Çerkesi anlatmak durumuna düşmüşüz, sandığımız kadar sağlam olmayan bir yanımız daha varmış meğer ki! O yanda ulusalcılık kisvesinde entegrasyonculuk oynayan sinsi yanlarımız. Türk milliyetçileriyle oturup konuşabilirsiniz, onlar gerçeği inkar etmiyorlar, ama tehlikeli yanlarımızda gezinenler için tek gerçek yukarıdan gelen emirler.
Çerkesya diasporası olarak yaşayan bizler, tarihimizin yapı sökümünün ardından yeniden bir inşa sürecine girdik. Kimilerine göre yaratıcı yıkım kıvamında ilerleyen bir dizi olayın muhatapları olduk. Sadece biz Çerkesler değil hemen bütün orta doğu halkları benzer aşamalardan geçmekteler. Bu noktadan itibaren yol ayrımında veya bir tercih yapma arifesine gelen her toplumun düşünce sisteminde olup biteni kendilerine göre değerlendirerek yaptığı gibi Çerkeslerde ya Türk/Türkiyeli Kafkaslı tanımını benimseyip, yeniden içe kapanarak kafayı kuma gömecekler, birilerinin güdümünde millet olamadan gittiği kadar yola devam edecekler, asimilasyonun sancısız tamamlanması için bu yolu seçecekler ya da gerçek bir Çerkes Diasporası olma yolunu seçip, bütün iç dinamiklerini bir diaspora olmanın gereklerine yoğunlaştırarak dünyayı Çerkes kültür mirası ve Çerkes sorunları ile tanıştıracaklar. Kendileri gelişirken, halklarını da geliştirecek, değiştirecekler. Artık Türkiye Çerkesleri net bir yol ayrımına geldiler. Çatallaşmanın, yol ayrımının geldiği son nokta budur. Bu eşiği aştığımızda her şey yoluna girdi demektir.
Moda olduğu üzere bende yazıma bir fıkra ile son vereyim. Adamın birisi bir iş hanında aniden fenalaşır, fena halde ishal olmuştur karnını tutarak yakındaki ilk kapıyı çalar. O sırada içeride oturan avukatlardan birisi kapıyı açar adamın halini görür. Adam acıyla kıvranarak der ki burada bir doktor var mı? Avukat dördüncü katta bir doktor var der, adam süratle katları çıkmaya başlar, avukat kapıyı kapatarak içeri geçer. Arkadaşlarına durumu anlatır. İçlerinden bir tanesi ya üstat dördüncü kattaki doktor psikiyatristtir, dâhiliyeci olan sekizinci katta der. Tüh adam da gitti napalım artık der kapıyı açan ve masaya oturup sohbete devam ederler. Bir süre sonra kapı tekrar çalınır, aynı avukat kalkıp kapıyı açar, karşısında biraz önce yalnışlıkla psikiyatrist’e gönderdiği adam vardır ve adamın paçasından b.k lar süzülmektedir. Avukat heyecanla af edersiniz beyefendi, sizi yanlışlıkla psikiyatriste yollamışım dahiliye doktoru asıl sekizinci kattaymış der. Adam yüzündeki mutlu ifade ile sırıtarak, hiç önemli değil efendim der. Gönderdiğiniz psikiyatrist bana bir ilaç verdi artık hiç bir şey umurumda değil s.çıyorum ama utanmıyorum demiş…
Evet yapıyorlar ama utanmıyorlar… Bende buradan umum Çerkes ahalisinin ekranlarına bir önerge vererek şunu kanunlaştırmalarını istiyorum; Adıge Khabze ye bir madde daha ekleyelim ve yapıp ettiklerinden utanmayanların, içindeki öküze ohaaa demeyip ortalığa salanların yuhlanmasını ve benzeri tepkisel eylemleri serbest bırakalım, hatta zorunlu kılalım.