9.Mektubumun yayınlandığı gün ben özel uçağımla Kazakistan’a uçmuştum. Birkaç yıldır çalışmaları süren uzayda otel kurma projesinin ne aşamaya geldiğini görmek ve yetkililerle bir kez daha pazarlık yapmak istiyordum. Projenin yarıdan çoğunu finanse ettiğim halde bir konuda anlaşamıyorduk.
Oteli yeryüzünden 300-400 km. uzağında kurup bir haftalık turlar düşünülüyordu. Ben ise projenin başındaki Ruslara, “ Bu mesafe az, 3.000 – 4.000 km. olsun ve sigara içme bölümü de bulunsun..” diyordum. Neyse ki bir milyon dolarlık ek bir katkı ile uzayı sigara dumanı ile kirletmemek için, özel bir cihaz yapılması yönünde prensipte anlaştık. Artık bu projenin yakın zamanda gerçekleşeceğine emindim. Emindim çünkü tıpkı Abzahlar gibi bu Ruslarında yapamayacağı şey yoktu.Şimdi vakit geçirmeden Moskova’ya gidip aya gönderilen uzay mekiklerini yapan Rus – Amerikan ortaklı firma temsilcileri ile görüşmek gerekiyordu. Bu firmaya ortak olan Amerikalıları bir şekilde devreden çıkarmayı düşünüyordum. Çünkü Amerikalılardan önce Ay’a bir ekip olarak gidip, belli bir büyüklükteki araziyi kadastrodan geçirip, tapulandırmak şarttı. Şimdilik Çerkesya’nın tarihi sınırları büyüklüğündeki bir yer yeterli olacaktı. Zaten yeryüzündeki Çerkeslerin toplamı 5-6 milyondu. Dünyanın her tarafında tufan olup, hepsi birden Ay’a gitse de hepsine birer parsel düşerdi. Yalnız henüz çözüme kavuşturamadığım bir konu kalmıştı. Ay da parselleri dağıtırken Nehir kenarı, denize bakan orman içinde yerleri nasıl dağıtacak, herkesi nasıl memnun edecektik. İşte bunu çözememiştim. Sanırım bu sorunu da (Çerkesler bizden uzağa gidiyorsa, canımıza minnet) diyerek Ruslar çözecekti.
Dönüş için uçağıma bindiğimde, masama bir tomar kağıdı bırakan kıza teşekkür ederek, gelen notlara bakınca neredeyse hepsinin 9.Mektupla ilgili olduğunu gördüm. Neler yoktu ki; Sevenler, Sayanlar, Övenler ve de Sövenler…
Sövenlerin söylemleri hemen hemen aynı idi ve genelde söylenenler şöyleydi; Memlekette adım başı Oluşum, Dernek, Federasyon varken, bunların hangisine inanacağımızı da şaşırmışken, zaten bir çoğu da rahatımızı kaçırmaya başlamışken, bu Dünya Adıge Kurultayı fikride nerden çıktı? Neden herkes rahat rahat oturmayıp huzurumuzu bozuyorlar. Bu tür söylemlere verilecek cevap tarzları çoktu. Ama ben yinede Kabartay inceliği ile cevap vereyim. “Aa Sevgili kardeşim oluşumların çokluğundan şikayetçisin, hangisine gönül vereceğini bilmediğinden dem vuruyorsun, öte yandan hayatından memnun olduğunu da söylüyorsun. Peki bu işte bir terslik yok mu? Eğer hayatından memnun isen, tüm bu oluşumları boş verirsin olur biter. Bende Allah mesut etsin derim, ama halen yüreğinde bir kıpırtı varda, hali hazırdaki kurumların söylem ve eylemleri sana cevap vermiyor ve bunlar beni temsil etmiyor diyorsan, işte o zaman varacağın nokta senin seçtiğin temsilcilerin yapacağı bir kurultay gerekiyor. Değilse önümüzdeki günlerde beni temsil etmiyor dediğin kişiler veya kurumlar, senin adına ahkam kesmeye başlarlarsa ( ki başladılar bile…) o zaman şikayet etmeye, ağlamaya hakkın olur mu?”
Beni büyük bir aşkla sevmeseler de sanırım yaşım gereği sayanlarında itirazları vardı. Bir kısmı derneklerde yıllarca canla başla çalıştıklarını, bir kısmı ise dernek çalışmalarından da öte yeni oluşumlar , yeni grup ve siteler kurduklarını , yıllardır çaba harcadıklarını ama nedense takdir edilmediklerini , aksine hep eleştirildiklerini söylüyor ve devam ediyorlar.
Yıllardır bu kadar kurumun yapamadığı şeyleri şimdi bir kurultay yapmakla mı gerçekleştireceğiz..? Mevcut kurumların biri bu işi üstlense de, yeni bir oluşuma gerek olmasa daha iyi değil mi.? Bende diyorum ki; Keşke yeni bir oluşuma gerek olmasaydı, ama Allah aşkına söyleyin hangi kurumun,hangi oluşumun elli kişilik bir kadrosu var.? Derneklerin hali malum. Yasadır,tüzüktür vs. bahaneleri var.Ya bizim STK’lar.. Hallerinden memnun olan varmı.? Bizdeki oluşumlar ( hangi tür olursa olsun…) genelde beş arkadaş bir araya gelip bir kurum oluşturur, çalışır çabalar. Aradan yıllar geçer, etraflarına baktıklarında öyle yüzlerce kişiyi göremezler, kendileri ve üç beş arkadaşları vardır meydanda. Yıllarca o kurumun bütün ceremesini beş on kişi çekmiştir. Ama tüm çabalara rağmen o on kişi yüzler, binler olamamıştır. Yinede işi ilginç yanı bu kadar örnek varken hergün yeni yeni oluşumları duyuyor – görüyoruz. Ama işin düşündürücü tarafı bu oluşumların neredeyse tamamı kendi kurumlarının nerde hata yaptıklarını düşüneceğine, yapamadıklarının suçlusu olarak bir başka kurumu veya kurumları hedef göstermekte ve onlara savaş açmaktalar.
Değerli Arkadaşlar; birkaç istisna dışında kırktan fazla kurumun yaptığı bu ise, sizce bu işte bir hata yok mu? Bana göre var. Siz herhangi bir kurumun birilerine veya başka kurumlara söverek büyüdüğünü gördünüz mü? Herhangi bir kurumun masa başında ahkam kesmekle etrafına yüzleri, binleri topladığını duydunuz mu? Daha açıkça söylemek gerekirse, nereye çeksen sünecek muğlak, net olmayan hedeflerle yola çıkan bir kurumun başarıya ulaştığını bilen gören var mı? Uzatmadan söylemek gerekirse bugün önümüzdeki tablo maalesef şöyle; Beş Milyonluk bir diasporamız, elliden fazla kurumumuz var. Buna karşın beş yüz kişiyi bile bulmayan bir kadro….Garabeti düşünebiliyor musunuz? Bu beş yüz kişide onlarca gruba bölünmüş ve dar alanda maç yapıyorsa, bırakalım bir araya gelmeyi sertlik dozajı hergün artan bir maç yapmakta ısrar ediliyorsa, üstüne üstlük maçın hakemlerinide ; “Bunlar satılık” diyerek kimseyi dinlemiyorlarsa, yapılacak bir tek şey kalıyor. Kendi doğruluğuna inananların, kendine güvenenlerin bir an önce halkın hakemliğine gitmeleridir. Halk adına, halk için maç yaptığını iddia edenler önce halkın icazetini almalı. Sanırım buda bir kurultay ile olabilir. Burada gözden kaçan veya gözden kaçırılan bir gerçekte şu; Aslında yaşanan olumsuzlukların nedeni kişilerden ziyade, saptanan hedeflerin eksik veya hatalı olmasından kaynaklanıyor. Artık yüzü Anavatana dönük, Nihai hedefinin Anavatan olmayan bir kurumun uzun süre yaşayamayacağını gördük değil mi?
Gelen notların bir kısmı ise gerçekten ilginçti. Gençliğimde bu kadar övgü ve destek bulsa idim herhalde Karadeniz’in üzerinden yürüyerek geçerdim. Kimi kanını, kimi canını vermeye hazır, bir an önce kurultay isteyen bir kesim. Hayır Arkadaşlar, hiç kimse ne kan ne can istiyor. İstenen; yüreğinin sesine kulak vermen. Kurultayın hemen yapılması konusu ise öyle hemen bir kaç ayda kotarılacak bir şey değil. Hele beş on kişinin bir araya gelip ya da bir grubun kendi başına oluşturacağı bir kurum hiç değil. Zaten böyle kurumlar yeteri kadar var. Öncelikle yapılması gereken ortak bir hedefte birleşen, ortak hedefin Çerkes ve Çerkesya olduğunu kabul eden kişilerin bir taslak üzerinde asgari mutabakatlarını sağlamak olmalı. Burada önemli olan ön yargılardan uzak ortaya konulan hedeflerin doğru, gerçekçi ve başarılabilir olduğuna inanan insanları buluşturmak. Ben inanıyorum ki gerek Çerkesya’da gerekse diasporada her köy ve kentte Çerkesya için söyleyeceği, yapacağı olan insanların sayısı az değil. Günümüzde şu veya bu nedenle toplumun pek tanımadığı veya toplumdan uzakta kalan bilgi, beceri ve deneyimleri ile çalışmalara katkı sunabilecek değerlerimiz var. Yine bir çok oluşum ve kurumda fırsat verilmediği için bu tür konularda bilgi ve deneyimlerini aktaramayan insanlarımız var. Tüm bu değerlerimizin tanışması, tartışması, anlaşması elbette bir süre alacaktır. Ancak tüm bu çalışmalardan sonra köyden, kentten, bölgelerden, ülkelerden akan istek, destek ve enerji ile dolan bir kurultay olabilir.
En önemlisi halkın kurultayı, halkın içinde kendini bulacağı bir kurultay olmalı. Ve bu kurultay halkı adına konuşabilecek, halkını temsil edebilecek kişilerin seçildiği bir kurultay olmalı. Ve bu kurultay bir buçuk asırdır süren acıları dindirecek kararların alındığı bir kurultay olmalı.
Bir kurultayı toplamak, yapmak elbette tüm problemleri çözecek bir amaç değildir. Kurultay dünyadaki tüm Çerkeslerin seçtiği, yetki verdiği kişilerin bir araya geldiği ve bu kişilerinde toplum adına kendilerine verdikleri yetkiyi on iki kişiye devretmeleri olarak düşünülebilir. Ama gerçekte bu kurultayda Çerkes toplumunun desteğini almış, kurultayda tartışılmış ve karara bağlanmış hedefleri gerçekleştirmeye hemen başlayacak olan on iki kişinin görevlendirilmesidir.
Gelen notlarıdan bir kaçında önemli sorular var. Kurultay sonrası seçilen kişiler ne yapacak, nihai hedefleri ne olacak, kısacası DAK ( Dünya Adıge Kurultayı ) ne yapacak?
Sevgili dostlar: Kurultay sonrasında seçilen DAK yöneticilerinin öncelikli görevleri kurultayda alınan kararların hayata geçirilmesine yönelik çalışmalardır. Bana göre; dünyadaki Adıgelerin güveni ve desteği ile oluşturulan DAK'ın yöneticileri ilk adım olarak Çerkes halkının gaspedilen haklarını ve buna bağlı olarak taleplerini gündeme getirecek ve bu konu ile ilgili olan muhatapları ile masaya oturacaktır. Gerektiğinde (belki de öncelikle) diplomatik ama gerektiğinde elini masaya vurabilecek donanım ve güce sahip DAK Çerkes halkının tarihinde yeni bir sayfa açacaktır.
Talepler, hedefler nedir diye soranlara bende aynı şeyi kendilerine sormak istiyorum. Yani bu soruyu hepimiz kendi kendimize sormamız ve en azından üç beş on maddeyi belirlememiz gerekiyor. İnanıyorum ki binlerce kişinin önemli görüp yazdığı on maddenin en az yedi sekiz maddesinde aynı şeyi düşünüp aynı şeyi istediğimizi göreceğiz. Ancak ne benim ne de herhangi birinin hazır kurtuluş reçetesi yazması da güzel bir şey değil. Bizim yapmamız gereken kurultay aşamasına kadar gönlümüzden geçenleri açığa çıkarmamızdır. Elbette ki son karar kurultayın alacağı karardır.
Mesela ben DAK ile ilgili aklıma ilk gelen yedi madde yazdım.
DAK (DÜNYA ADIGE KURULTAYI)
1 - DAK, Rus-Kafkas savaşları sonucunda Çerkeslerin uğradığı, yaşadığı trajedinin bir sürgün ve soykırım olduğuna inanır ve Çarlığın devamı olan RF’nin bu gerçeği kabul etmesini talep eder.
2 - DAK, sürgün ve soykırım konusunun öncelikle Çerkes ve Rus ulusları arasında iyi niyetle çözümlenmesi gerektiğine inanır. Bu nedenle sorunu uluslararası politik arenaya taşımadan önce her iki ulusu tatmin edecek şerefli bir çözüm için çaba sarf eder.
3 - Nihai çözümde taraflardan biri RF, diğer taraf ise AC-KBC, KÇC ve tüm dünyadaki Çerkesleri temsilen DAK'ın içinde bulunduğu bir komisyon olacaktır.
4 - DAK tarafların görüşmeleri paralelinde vakit geçirmeden Çerkes ulusuna yapılan haksızlıkların ve zararların tazmini için yapılacak proje ve çalışmalara katılır, gözetir, katkı verir.
5 - DAK, bulundukları ülkelere bakılmaksızın diasporada yaşıyan tüm Çerkeslere istekleri halinde çifte vatandaşlık hakkı ve pasaport verilmesini talep eder. Bunun en pratik ve hızlı şekli RF'nin konsoloslukları tarafından verilmesi olduğuna inanır.
6 - DAK, diasporadan anavatanlarına dönen Çerkeslere sosyal, kültürel alanlar ile ekonomik konularda RF'nin katkılarını talep eder. Bu konular ile ilgili projeler üretir, tatbikinde yardımcı olur.
7 - DAK, katılmadığı, onaylamadığı herhangi bir anlaşmayı kabullenmeyeceğini peşinen beyan eder.
Burada belirtmem gereken şey, kurultay adı veya on iki maddesi ile DAK'ın görevleri ile ilgili düşündüğüm yedi madde değişmez kelam değildir. Aksine üzerinde çalışılması gereken ham maddelerdir. Azaltılabilir, çoğaltılabilir. DAK'ın görevleri yumuşak ya da çok sert bulunabilir. Bu maddeler üzerine söylenecek çok şeyin olduğunu bildiğim gibi bu maddeleri uluslararası kabul görecek ve diplomatik bir metin haline getirebilecek insanlarımızın olduğunu da biliyorum. Kurultayda dünyaya açıklanacak deklarasyonu bu değerlerimiz hazırlayacaklardır.
Ben 2012 de kurultay, 2013 de muhataplar ile anlaşma ve 2014 de (Çerkes soykırımı ve sürgününün 150. yılında) barış çubuklarını yakacağımıza inanıyorum. Siz de inanıyorsanız bu iş ya olacak, ya olacak...
Diasporaya mektuplar okuyorum satır satır... tekrar tekrar okuyorum.Kimler mektup yazmadi ki kimler neler yazmadı ki mektuba dair
yazmış şair demiş ki;
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
Ne demeli ki elbet ebed bizimdir, her şeye rağmen var olacağız işte..
Bir halk ozanıd a yazmış mektuba dair bakın ne demiş;
Veysel bu gurbetlik kar etti cana,
Karıştır göçünü ulu kervana,
Gün geçirip firsat verme zamana,
Sakın uzamasın yol deyi yazmış.
Gerçektende uzamasın yollar artık . Bu mektuplar bir başka. Yare anaya değil bu mektuplar.Bu mektuplar başka diriliş muştusu yüklü bu mektuplar.
Diasporaya mektuplar diaspora karanlığına BİR BEYAZ LEKE olarak düştü.
Hiç bir karanlık daimi olmazmış ŞAFAK MI SÖKÜYOR NEDİR?
Sayın Çetao nun mektupları yol haritası olarakda önemsenmeli bence.
13 Eylül 2011 Salı Saat 13:25DAK tarzı bir oluşum için kafa yorulmasını ve asgari müşterekler de biraraya gelerek geleceğimizi örgütlemeyi,samimi ve SOMUT adımlar atma fikrini tüm kalbimle destekliyorum.
12 Eylül 2011 Pazartesi Saat 20:39